Etiketler

11 Kasım 2013 Pazartesi

Hayat dediğin bir koşturma


Dünya'ya gelişimizle birlikte koşturmamız hiç bitmiyor... Nasıl mı?

Ilk yaşam çığlığı, emekleme, sonra hayata ilk adımlar

Yuva, ilkokul, lise ve üniversiteyi bitirme çabası. Yani etiketlenme hali...

Arzu eden hazır gazı almışken yıldızları full'leyip master ve doktoraya

Kep töreninin hemen ardından iş bulma heyecanı

İlk iş yeri, ilk patron, ilk deneyimler, yani gerçek debelenmeler

Baba evi ne rahatmış, ekmek elden su gölden geyikleri

Elimiz biraz ekmek tuttu mu aile kurma isteği

O da oldu mu, resim tamamlansın çocuğu da yapalım
(dünya'da yapmamız gerek en doğru koşturma bence parantez içinde:)

Çocuktan sonra tüm hayat mücadelemizin ikiye katlanması, 
ben görmedim çocuğum görsün çabası











Aklın yatıyorsa bir tane de kardeşi olsun

Onları okula gönderme, mürvetini görme isteği

Emeklilik sonrası bir ohh çekip büyük şehirden kaçma çabası...

Olduysa torunlarla vakit geçirme 
(anneannemin deyimi ile dünyanın en güzel duygusu)


Veeee Tüm bu koşturma sonucu şanlı isen tık diye bir seferde 
hayata veda etme...



İşte böyle hayat, aslında bu kadar basit... Bilmem anlatabildim mi? 

8 Kasım 2013 Cuma

Kardeşimin Hikayesi, Zülfü Livaneli


Kitabın arkasını çevirdiğinizde gördüğünüz ilk ve tek cümle;“Aşk bir uçurum kenarında gözü bağlı yürümektir" .
Cümleyi okur okumaz aşk ne kadar derine inebilir ki diye düşünmeye başladım ve kafamda konu için bir aşk hiyasinin ağdalı anlatımı diye düşündüm. Tamamen yanılmışım, ne yalan söyleyeyim bu kadar iyisini beklemiyodum.  Livane'linin kalemini seviyorum, Serenad'da oldukça güzeldi ama bu kitabın özellikle sonuna doğru heyecanlanması elinizden bırakamamanıza sebep oluyor.

Aslında anlatılan bir aşk hikayesinden çok "karasevda". İnsan duyguları içerisinde en tehlikeli ve güçlü olanı. Sevginin, aşkın, tutkunun ötesinde bir boyut. Onsuz olamama, hiçbir koşulda vazgeçmeme, onsuz nefes alamama hali, kısaca bir insanın öteki insan için kendini körü kürüne mahfetmesi, tamamen kendinden vazgeçmesi ve idefiks yaptığı seyin arkasından gözü kapalı koşması durumu. Hele bir de karşılıklı değil ise intahar ve cinayete kadar sürüklenme hali.
Evet aşk belki bu dünyada en güzel, en heyecanlı, en kıpır kıpır ve bazen de en can acıtan duygu ama karasevda başka bir boyut. Ne demek istediğimi Zülfü Livaneli’nin yorumu ile kitabı okuyunca çok daha iyi anlayacaksınız.

Roman Karadeniz’in ufak bir köyünde yaşanan cinayet hikayesi ile başlıyor. Ana kahraman kalabalıktan elini eteğini çekmiş, duygularından tamamen arınmış, kendi halinde sakin yaşamayı seçen ama bir okadar da garip davranış ve alışkanlıkları olan bir inşaat mühendisi. Kendince oldukça hedonist bir yaşam sürüyor. Kahramanımızın hikayesi, köyde yaşanan cinayet sonucu hikayeyi araştırmak için köye gelen gazeteci kızla tanışması ile başlıyor, hem kendi hem de kardeşinin hikayesini okuyucuya aktarması ile devam ediyor.

Roman baş karakteri dolayısı ile şizofreniyi bizlere çok olağandışı bir halde anlatıyor. Duygulardan uzak, herşeyi unutarak yaşayan bir insan ama kendi gençliği ve kardeşinin hikayesi an be an aklında. Yaşadıklarından dolayı dokunamama hastalığına kapılmış ve mühendislik yaratıcılığı ile kendisine sarılma makinası yaratmış. Roman özellikle son sayfalara doğru daha da heyecan kazanıyor. Duygularını yitiren bu kişi dudaklaına değen yumuşak bir öpücükle sanki hayata geri dönüyor ve asıl gerçekler o andan sonra gün ışığına çıkıyor. 
İyisimi siz okuyun bakalım benim gibi heyecan duyacak mısınız.








Ağır Ölüm, Pablo Neruda


Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, 
her gün aynı yoldan yürüyenler, 
yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, 
giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, 
tanımadıklarıyla konuşmayanlar. 

Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar, 
beyaz üzerinde siyahı tercih edenler, 
gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine “i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler. 

Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler, 
bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, 
hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler. 

Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar. 

Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, 
kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, 
ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, 
daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, 
bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, 
bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar. 

Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, 
anımsayalım her zaman: 
YAŞIYOR OLMAK YALNIZCA NEFES ALIP VERMEKTEN ÇOK DAHA BÜYÜK BİR ÇABAYI GEREKTİRİR...
Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına. 

Pablo Neruda  

Ağır ağır ölmek yerine tam gaz devam hayatın tadını çıkarmaya ve her günün kıymetini bilmeye!!!

6 Kasım 2013 Çarşamba

Palamutbükü, Datça



Sakin, sessiz, tam kafa dinlemelik! Akşamları denizin dibinde balığınızı yiyip rakınızı yudumlayacağınız,  bol oksijenden neredeyse horozlarla güne başlayacağınız  ve tüm günün uzun uzun keyfini süreceğiniz  bir tatil kasabası arıyor iseniz Palamutbükü doğru adres.

Yolunun uzunluğu konusundaki yorumun pek iç açıcı olamayabilir. Viraj seven bir insan olmadığım için sıklıkla gidermiyim emin değilim ama Marmaris’in, Datça’nın o dön dolan yollarına alışkın tatil severleri çok da etkileyeceğini  sanmam.

Palamütbükünü çevremdeki insanlardan çok duymuş olmama rağmen bir türlü fırsat bulup gidememiştim, bu yaz Haziran’da çok yakın bir arkadaşımın düğünü vesile oldu bizim bu huzur cennetini keşfimize.  Arkadaşım arayıp bizim düğün Palamütbükün’de deyince  oldukça mutlu oldum. Çifte piyango vurmuş oldu. Hem düğünün tadını çıkarıp hem de Palamütbükü’nü görmüş olacaktım.

Bakir ve çok da keşfedilmemiş bir kasaba olduğundan 4 gün konaklamak bence kafi. Daha fazla kalırsanız yapacak çok farklı birşey bulamayabilirsiniz, az kalırsanız da gittiğiniz yola değmez. Ama uzun bir molaya ve kafa dinlemeye itiyacım var derseniz en kaliteli vitaminlerden ve dopinlerden çok daha iyi geleceğine eminim Palamutbükün’de olmanın.


Neyse anlatayım biz nasıl gittik, neler yaptık bu 4 günlük kaçamakta. Perşembe sabahı  en erken uçakla Dalaman’a gittik. Ordan ayarladığımız özel transferle 3 saat sonra kendimizi Palamütbükünde bulduk.  Up uzun bir sahil ve ufak tefek yan yana pansiyonlar var. Kasabanın sonunda ise pansiyonlara nazaran çok daha modern konaklama yeri olan Mavi Beyaz otel çıkıyor karşınıza. Sanki oteli Yunanistan’in bir adasından kapıp gelmişler. Bembeyaz bir yapı ve minik mavi panjurları o kadar sempatik ki. Belli ki keyifle döşenmiş ve özenilmiş. Tahmin edersiniz ki konaklama fiyatı pansiyonlara göre çok daha yüksek. Başbaşa bir tatil için gidiyorsanız bence değer. Buk pansiyon, Tuna pansiyon, Aylin Ahşap Evler, Deniz Apart otel ve birkaçı daha. Ara sokaklarda da pansiyonlar var ama tavsiyem sahil üzerinde olanlarda konaklamanız. Biz Aylin Ahşap Evlerde konakladık. Şirin ahşap evler oldukça temiz, sabahları deniz kenarında yaptığınız serpme kahvaltılar da oldukça keyifli. Tüm gün zaten hiç birşey düşünmeden sahilde uzanmanın keyfine diyecek yok. Bu arada bir tiyo, eğer güne erken başlamayı sevenlerdenseniz kahvaltıdan önce 7 gibi mutlaka denize girin. Gerçekten masmavi bir çarşaf sizi kucaklıyor, hem de yanlızca sizi.
Aylin Ahsap Evler
Mavi Beyaz Otel
Mavi Beyaz Otel
Akşam yemek yiyeceğiniz yerler yine bu pansiyonların restaurantları. Taze balık ve meze, yanında da içeceğiniz,  denize nazır püfür püfür yemek yemek keyifli.  Hele birde ay sizinle ise o tatil, yakamozun şerefine bir kadeh daha içilir. Bu arada etrafta işletme yoğunluğu olmadığından ışık az, bu nedenle gece yapılacak en keyifli şey şezlongların üzerine uzanıp elinizle dokunsanız alabilecekmişsiniz gibi olan yıldızları seyretmeniz. Yüreğinizi aydınlatacağından eminim, kayan bir yıldız görürseniz benim için de dilek tutun. Çocukluğumda yapmayı en çok sevdiğim şeylerden biriydi.

 

Hayat palamütbükünde o kadar sakin ki Mavi Beyaz Oteldeki düğün sayesinde baya bir hareket kattık sanırım adaya. Kumsaldaki o harika  çardak bu günü daha anlamlı ve romantik kılmak için oldukca yeterliydi. Yemek kısmı otelde ve dans yine kumların üzerindeydi. Sabahın erken saatlerine kadar kumların üzerinde dansın ve düğünün baya bir keyfini çıkardık.

Insan bu tarz yerlere geldiğinde sadece şunu anlıyor. İstanbul ve benzeri büyük şehirler de hep bir koşuşturma ve birşeylere yetişme çabası, burada ise oldukça durağan. Zaman olması gerektiği gibi akıyor. Trafikde, anlamsız kavgalar ve dalaverelerle vakit harcamıyorsunuz. Sadece huzur, sakinlik ve dinginlik. Yolu ne kadar uzun gelse de arada bir sarj etmek icin buralara kaçmakta fayda var. Unutmadan meşhur Datça bademinden  almadan dönmeyin.

İyki evlendiniz can dostlar, bize de bahane oldu. Onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine...

Alaaddin'in Sihirli Lambası

Can yeleği koltuğunuzun altındadır. Uçuşa hazır mısınız?

Kapatın gözlerinizi ve sadece gitmek istediğiniz bir şehir hayal edin. Farz edinki Alaaddin'in sihirli cin'i bugün sizin için iş başında ve sizi istediğiniz yere uçurmaya hazır. Haydi ne duruyorsunuz, biran önce bir yer söyleyin. 

Tamam tamam derin bir nefes alın, cin falan yok! hayalinizdeki şehre öyle pat diye ışınlanmayacaksınız da. Ne zor değil mi, hayatın akışına öyle bir kaptırmışızki kendimizi biranda ani bir soru gelince o hep hayalini kurduğumuz, gitmek istediğimiz şehirlerden birinin bile adını ilk dakika da söyleyemiyoruz. Ne istediğimizi de pek bilmez olduk gerçi. 

Nedir kafamızı bu kadar yoran, bir telaş hali içinde bir yerlere yetişme çabamız niye? Günlük hayata kendimizi o kadar kaptırıyoruz ki, bizim hayaller falan yalan oluyor. Gün içinde hatta gece yatarken bile bir sonraki günün ya da geleceğin planını yapmaktan, herşeyi sorun olarak görüp daha da içinden çıkılmaz hale getirmekten, tüm o masalsı dünyadan kopuyoruz. 

Önerim mi ne, hiç değilse bazen şöyle bir sakince oturup 10 dk güzel ve pozitif şeyler düşünmeye çalışmak. Her gün olmasa da bırakalım Alaaddin'in sihirli cini bize ara sıra uğrasın. 

1 Kasım 2013 Cuma

Öğle arası Tatar Salim Döner'e



Tatar Salim Ataşehir'de şimdiye kadar gördüğüm en modern atıştırmalık döner mekanı. Öğle arası en yoğun olduğu saatler. Döner kaldığı sürece akşam 10'a kadar açık. Mekanda hem açık hem de kapalı oturma alanı mevcut.

Menüde 40 çeşit yemek yok. Bildikleri işi yapıyorlar, iyi bir döner ustaları var, döneri sofranıza en şık ve modern şekilde servis ediyorlar.  Yanında kaseler içinde gelen soğansız çoban salata, turşu ve patates tava zaten onları diğer dönercilerden ayırıyor.

Her gittiğimde farklı birşey yemeğe çalışıyorum. Şimdiye kadar dürüm döner ve porsiyon döneri denedim.

Son sefer tam çıkarken dolapta sütlaç gördüm, aklım kalmadı değil. Denemeye değer görünüyordu.

Adres: Telefon: Faks: E-Mail: Atilla İlhan Cd. Efe Sk. No:2/1 Küçükbakkalköy / Ataşehir; 


21 Ekim 2013 Pazartesi

Ayvalık Cunda Hattında

Ayvalık

Istanbul’dan araba ile 5,5 saatte gidebileceğiniz Kuzey Ege’nin en büyük tatil beldesi. Bora jet’in uçak seferleri ve aynı zamanda birçok otobüs firmasının da seferi mevcut  Ayvalık’a. Hatta Aralık ayından sonra Pegasus’da uçmaya başlıyormuş Edremit’e. Edremit havalimanı Ayvalık arası araba ile 25 dk. Araba ya da otobüs yolculuğunu tercih edenler için otoban oldukça rahat ve keyifli. Yol boyu gördüğüm en enteresan şey ise Burhaniye Gömeç arası dağda yatan Atatürk silüeti. Gerçekten uzanmış yatıyor gibi. Aklımdan ilk geçen ise canlanıp şöyle bir nedir bu memleketin hali demesi oldu.

1923’de yapılan mübadele sonucu  Girit, Midilli ve Rumeli’den gelen Türkler Ayvalık’a yerleşmiş. Eski Rum havası hala korunmaya çalışılıyor, yeni yapılar düzeni ve göz zevkini biraz bozsada korumaya çalışanların ellerini sıkmak lazım. Merkezden Çamlık’a kadar sahil boyu yapacağınız yürüyüşlerde hem sahil şeridinin tadını çıkarabilir hem de o yıllardan kalan ya da restore edilen Rum evlerini görebilirsiniz. Ara sokaklara dalarsanız daha da çok tarih var. Görülecek  yerler arasında Taksiyarhis ve Triada kiliseleri, Saatli Camii, Hayrettin Paşa ve Çınarlı Camii sayılabilir.
 

Güneş öyle güzel batıyor ki, kızılın en romantik halini şöyle bir tepeden izlemek isterseniz Şeytan Sofrasına çıkmanızı öneririm. Orada bulunan çay bahçelerinde çayınızı yudumlarken bir tarafınızda Ayvalık, bir tarafınızda Edremit körfezi ve tam karşınızda Midilli ada manzarası iyi bir göz banyosu yaşatacak sizlere. Bende her daim olduğu gibi, Ayvalık’ın tadı damağınızda kalacak.

Gelmişken Ayvalık tostunun da tadına bakın. Sahilde güneşlenirken doyurucu bir öğlen menüsü olabilir. Yanlız hatırlatayım gerçek Ayvalık tostu sadece kaşar ve domatesten oluşurmuş. Sırrı  ise ekmek  ve peynirinde. Bugün birçok yerde bu tostun içine şarküterilerde bulabileceginiz herşey konulmakta ve Ayvalık tostu olarak sunulmaktadır. Özellikle belirtirseniz eski usül hazırlayan yerler mevcut.

Lor tatlısı yemeden sakın bir yere ayrılmayın. Ben özellikle taze lordan yapılana bayıldım, üstüne vişne sos ve bol ceviz. Hem hafif hem de oldukça lezziz. İyki biraz daha uzun kalmadım, her akşam olsa her akşam yerim o derece yaniJ. Bu arada bu gidişimde bir de  Gülen pastanesine uğradım. Şimdiye kadar yediğim en güzel tahinli kurabiye ve bademli kurabiyeyi de burada yedim diyebilirim. Sakızlı olan hala fırındaydı onun tadına bakamadım ama sakızlı dondurması ağzınıza layık. 

Alışveriş:
Öyle alışveriş merkezi falan hayal etmeyin. Büyük şehirlerde bulunan birkaç markanın dışında asıl keyifli ve farklı olan antikacılar çarşısı. Ayvalıktan almadan dönmeyeceğiniz şey Edremit yöresine ait zeytinyağları. Ayvalık merkez de bulunan Ayvada zeytinyağ mağazası size birçok farklı seçenek sunuyor. Zeytinyaprağı çayı, Kantoron, Bademli Zeytin, Ayvalık Kırma Zeytin, Zeytin Reçeli, farklı asid derecelerine sahip zeytinyağları ve tabiki Ekim ayında üretimine başlanan ve ilk toplanan zeytinlerden hazırlanan Erken Hasat. Ekmeği banıp banıp tadına doyamayacağınıza eminim.

Konaklama: 
Berk Otel, Çam Otel, Beya Yalı. Tarihi bir yapıda kalmak isterseniz de Macaron Konağı.

Yeme - içme: 
Şehir Klubü (denizin üzerinde çok sıcak bir mekan. Ayvalık'lılarında sıklıkla uğradığı bir restaurant. Öğlenleri ev yemeği arayanlar için ideal bir mekan)
Yelken: Çamlık'ta yer alan bu restaurant'da bugüne kadar ne yediysem herşey oldukça lezzizdi. Özzellikle et yemeklerinde çok iyiler. En son gittiğmde denediğim şnitzel'in hem posiyonu büyüktü hem de oldukça lezzizdi. Gündüzleri kafe gibi de hizmet veriyor. Ayvalık'da yaşıyor iseniz yürüyüş sonrası iyi bir kahve molası mekanıda olabilir. Güneş batımını biliyorsunuz zaten, Çamlık civarında pek bir güzel)

Bu gidişimde kısmet olmadı ama eğer siz fırsatını bulursanız Kozak Yaylasına da çıkın.

Cunda (Alibey) Adası:

Tarihi dokunun en çok korunduğu yer Cunda adası. Ayvalık  Cunda arası bir mendirek ile karaya bağlanmış. Girit, Midilli adalarında bulunan mezeler Türk kültürü ile de birleşince ortaya harika lezzetler çıkmış. Cunda’ya gidince ne yapılır diye düşünmenize hiç gerek yok. Her akşam sahil şeridi boyunca uzanan farklı bir resturantı deneyebilirsiniz.
İçlerinde en meşhur olanı Bay Nihat. Fiyatlar diğer restaurantlara nazaran biraz daha pahalı ama Rum mezelerinin hakkını veriyorlar. Daha uygun fiyatlı olrak Meze Dünyası  ve Deniz Restaurant’ı da tavsiye edebilirim. Yemeniz gereken mezeler ve ara sıcaklar arasında Girit mezesi, lorlu sıcak patlıcan, beğendili kalamar ya da ahtapot, sıcak ot, damla sakızlı ahtapot, kaşar dolgulu vongole, sütlü balık, kabak çiçeği dolması, karidesli ufak sigara böreği, yoğurt yatağında balık yer alabilir. Salata yerine karışık ot tabağı isteyip Ayvalık’ın tadına doyulmaz zeytinyağı ile salatanızı şenlendirebilirsiniz.  Tüm bu tatlardan yer kalır ise Ayvalık’a özgü Papalina balığının tavası güzel oluyor, en azından her zaman yediğimiz balıklardan değil. Onun dışında kabuklu sevenler için de seçenek çok; çiğ midyeler,  ıstakoz, seçim size ve bütçenize kalmış. Rakı, balık ve meze üçlüsünden sıkılırsanız Uno’da klasik kafe yemeklerini bulabilirsiniz. Ayna’nın da değişik mezeleri ve dekorasyonu ilginizi çekebilir. Şirin mi şirin dekore edilmiş Hayat Bahçesinde de ev yapımı  şarapların tadına bakın.
Atom
Yoğurtlu Balık
Tempra-Sebzeli Kalamar
Taze Lor tatlısı
Lokma
Girit ezmesi
Ayvalık’da konaklayıp Cunda’ya arabasız gitmek isterseniz otobüs, taksi, dolmuş ya da Ayvalık limanından düzenlenen bot seferleri ile adaya ulaşmanız mümkün. Alkol alıyorsanız yol boyu çevirme var, bütün toplu taşıma araçlarını yazmamın sebebi de bu aslındaJ
Cunda’ da ise Karadeniz pastanesini tavsiye ederim.  Sabah tatlı tatlı esen  rüzgar eşliğindekahvaltı ederken yanına fırından taze çıkmış mis kokulu kurabiyeler yakışmaz mı. Ayvalık Cunda hattında battı balık yan gidiyor genelde. O pastane senin bu balıkçı benim derken Rakı, Balık, Ayvalık söyleminin tam hakkını vermiş oluyorsunuz. Ohh canınız sağolsun. O kadar yemeğin üstüne şöyle sakızlı bir kahve iyi gider diyenler için de Taş Kahve doğru adres. Alışveriş için tezgahlardan incik, boncuk, magnet ve diğer hediyeliklerden satın alabilirsiniz.  
Dar sokaklar arasında keyifle yürüyeceğiniz ve kafanızı nereye çevirseniz göreceğiniz Rum evleri dışında Cunda’nın girişinde tepede yer alan Rahmi Koç Kütüphanesi de görülmeye değer. Müze Pazartesi hariç her gün ziyarate açık ve giriş ücretsiz.

Cunda’da gece hayatı adına çok birşey olduğu söylenemez. Ada da bir Rum taverması ve birkaç da canlı müzik yapan bar var. Baş döndüren  yemeklerden ve manzarayı izlemekten o kadar keyif alacaksınız ki birde üzerine gece çıkıp hoplayıp zıplamak aklınıza bile gelmeyecek. Olurda gelirse diye ben yine de yazayım dedim.

Cunda Alaçatı’ya her geçen gün daha da benzemeye başladı diye şikayet edenler olsa da buranın kendine has bir dokusu var. Kolay kolay da bozulacağa benzemiyor.

Konaklama: Taş Konak, Sobe ve Ortunç (farklı birçok seçenek var, bunlar benim bildiklerim)

Plajlar: Ortunç, Sobe'nin Pateriça'daki plajı.
Cunda limanından tekne kiralayarak koyları gezmek de çok keyifli bir seçenek olabilir.

Sarımsaklı:

Upuzun bir sahil şeridi ve pırıl pırıl bir deniz. Hatırlatmak gerekir ki yaz ve sonbaharda da deniz oldukça serin. Ayvalık’ın meşhur rüzgarından sahilde otururken de nasibinizi alabilirisiniz. Sahil boyu kalınacak birçok otel var. Bunların başında en bilineni Temizel  ve Aytaş otel. Turistik olarak mevsim kısa olmasına rağmen Sarımsaklı’ya daha çok yatırım yapılabilir. Tam 7 km’lık harika bir sahil şeridi.

Küçükköy:

Sarımsaklı yolu üzerinde ufak ve sempatik bir köy.  Rum ezgileri, taş evleri, sokak aralarında koşturan pembe yanaklı köy çocukları ile oldukça sempatik.

Derlermiş ki Ayvalık’ın kedisi, delisi ve Ali’si meşhur. Delisini bilmem ama kedisine ve Ali’sine bolca rastladım. Hala gitmemiş olanlar var ise atlayın arabaya tam yol Ayvalık’a. 

10 Ekim 2013 Perşembe

Sadeleşmek

Zihnen ve bedenen iyi bir hayat sürmek istiyorsanız SADELEŞMENİZ gerekir.

Şimdi bu da nereden çıktı, ne sadeleşmesi dediğinizi duyuyorum.  Hani ben Tayland’a gittim ya Ağustos ayında inanın bana çok etkilendim, aslında daha önce de gitmiştim ama kafa olarak daha buralara gelmiş, o kadar olgunlaşmış değildim sanırım. Adamlar şahane yaşıyor, hiçbir şeyden ikişer üçer yok bizde olduğu gibi, fazla var ise de başkaları ile paylaşıyorlar. Budizm ülkenin neredeyse %95’ine hakim olduğu için, içlerinden kötü düşünmeyi atmayı başarmışlar. Zengin ya da fakir de olsalar her şekilde nasıl huzurlu yaşanırın sırrını da çözmüşler. O enerji size öyle bir yansıyor ki, insanın bırakıp dönesi gelmiyor.  Buradan çıkaracağınız sonuç, haydi gelin hepimiz budist olalım ya da koşa koşa Tayland’a gidelim değil tabii ama biz de kendimizi fazlalıklardan arındırarak sadeleşme yoluna gidebiliriz olmalı.

Hayatınızı gözlemleyin, içine ve dışına iyice bakın. Eminim hepimizin tıka basa dolu bir hayatı var. Yaşımız kaç olursa olsun yüklendiğimiz sorumluluklar, başımızdan geçen tecrübeler, ailelerimiz tarafından kodlanışlarımız.

Sadeleşmek her konuda olabilir. Duygularımızda, arzularımızla, emellerimizde, hırslamızda, tutkularımızda, dileklerimizde, fantazilerimizde, anılarımızda, varsa nefretlerimizde,  kısacası sahip olduğumuz herşeyde. Bir düşünün bakalım size bu ara ne fazla geliyor, ya da neleri bir gün lazım olur diye çantanızda, çekmecenizde ya da dolaplarınızın arka köşelerinde saklıyorsunuz.
Atın, verin, başkaları ile paylaşın, sevindirin ama ne yapıp edip kurtulun tüm fazlalıklardan. Bu fazlalıklara tüm negatif düşünceleriniz de dahil. Hazır yeni bir sene geliyor, kendimizi bir tık daha geliştirmenin tam sırası. 2014 hedeflerinizden biri de sadeleşmek olsun.

Hayatımızı bizler zorlaştırıyoruz, hiç öyle sağınıza solunuza bakarak suçlu aramayın, aynaya bakmamız yeterli. Örneğin elimizdeki telefon babalar gibi çalışırken bir üst modeli piyasaya çıktı diye kendimizi yırtıyoruz. Hep daha iyisi, daha yenisi bende var derdinde büyük çoğunluk. İnanın bana gerek yok, biraz olgunlaşmak ve doygunlaşmak gerekiyor hayata karşı. İlgi alanınız sadece teknoloji ise ona sözüm yok ama hem ayakkabıyı, hem çantayı, hem telefonu, hem arabayı diye düşünürken aslında fakında olmadan kendimizi motive ettiğimizi düşünsekde bol bol negatif enerji yükleniyoruz. Çoğumuzun çantasında en az 3 kredi kartı var örneğin, 1 tane yeterli olabilir, başta zorlansak bile alışabiliriz bence sadeleşmeye.

Somut şeylerden kurtulmak, onları sadeleştirmek en kolayı, işin zorlayıcı tarafı soyut yönlerin dibine dalmak. Bu iş biraz kuyu kazmak gibi, önce kendinizle baya bir başbaşa kalmanız ve gerçekten sizi huzursuz eden, yıllardır zihninizi mesken tutmuş olumsuz enerjileri şöyle bir kökten sallamanız gerekli. Sınırlı enerjimizi  olumsuzluklara harcamak yerine yeniliklere, yaratıcılığa, güzelliklere, doğruluğa ve herşeyden önemlisi iyi bir insan olmaya harcamalıyız.

Biraz yalın yaşayalım hiç değilse deneyelim. Süreli değil sürekli mutluluk için hayatımıza fazla gelen herşeyi yavaş yavaş çıkaralım ve SADELEŞELİM... Yaşantımız ne kadar sade olursa, gerçek iç huzur ve mutluluğu yakalama sanşımız da bir o kadar yüksek olacaktır.

4 Ekim 2013 Cuma

Alıp Başını Gitmek mi?


Nedense bu ara hep bir gitmek var içimde. O çok bayıldığım, vazgeçmeyi bir saniye bile aklımdan geçirmediğim şahane İstanbul bana dar gelir oldu. Bir kayboluş içindeyim sanki koca şehirde. Boğaziçi köprüsünden her geçişte tadına doyulmaz manzaranın beni kucakladığını bilsemde tarif edemediğim bir huzursuzluk söz konusu. 

Havası, suyu, trafiği, yolu değil beni bezdiren. Nefesimi  duraksatan bir kara bulut var sanki şehrin üstünde ve bir türlü gitmek bilmiyor.  Belki son yaşanan olaylar, gezi, hükümete güvensizlik, herkesin birbiri ardından iş çeviyor olması, sahtelik, iki yüzlülük, herşey fevkaladeymiş gibi insanların birbirine samimiyetsiz gülüşleri ve toplum baskısı altında sıkışıp bahaneler uydurması. Gazete okuyamaz, televizyonda haberleri izleyemez hale geldik ne yazık ki. Kim doğru, kim yanlış birbirine karıştı. İnsanlar korkularından söz söyleyemez hale geldi.  Rüya görmüş olmayı çok dilesem de tüm bu yaşananların hiçbirisi rüya değil.

Çok uzaklara gitmeden 1 sene önce sorsalar, ben metropol insanıyım asla kıpırdamam, aradığım herşey elimin altında derdim şimdi ise yarın çocuklarımıza nasıl bir gelecek bırakacağız onun bile cevabını veremiyorum. Bırakın geleceği bir ay sonra ne olacağımız meçhul.  Ha ne şimdi, bu metropolden kaçınca dert bitecek mi hayır ama bazen insan çözüm bulamadığı zaman kaçar ya, hatta imkan olsa biryerlere sığınıp birkaç sene çıkmaz ya işte bu da tam öyle birşey.

Tek istediğim bi gün uyandığımda ohhh bugün gerçekten hak ettiğimiz bir ülkede yaşıyoruz diyebilmek. Daha özgür bir memleket, gerçekten demoktarikleşmiş bir süreç ve en önemlisi yaşadığı toplumda mutlu olan bireyler. 

Biraz geçmişe şöyle anne babalarımız zamanına dönüp bakarsak belki yine içi fesat, kötülükle dolu insanlar vardı ama çoğunluk değillerdi, şimdi ise çığ gibi büyüyorlar.  İyi ve dürüst insanlar ne yazık ki avuç içi kadar kaldılar koca memlette. Bir uyanış olur gibiydi ama herkes yaşananlar sonucu yine sindi ve kabuğuna çekildi.

Artık ayağımı çimene ya da toprağa basarak negatif enerjimi atamıyorum  ve anlamsız yere tek çare Istanbul’dan kaçmakmış gibi her geçen gün şehrimden ve ülkemden soğuyorum.  İsyanım var, biri sesimizi duysun!...

24 Eylül 2013 Salı

Cafe de Paris, Suadiye

Kışın Suadiye Otelinin girişinde hizmet veren Cafe de Paris yazın ise Suadiye Otelinin terasında şahane bir manzaraya karşı konumlanmış durumda.

Menü fix; et, tavuk ya da balık’dan birini tercih ediyorsunuz. Başlangıç olarak lezziz bir sosla servis edilen salata, ana yemek ise dediğim gibi sizin seçimize kalmış. Seçtiğiniz et, balık, tavuk’un yanında sınırsız çıtır çıtır patates kızartması yeme imkanınız var.

Ben her gidişimde Cafe de Paris soslu et yedim. Tercihim orta pişmiş olması. Zaten sofranıza mum ateşinin üzerinde geldiği için tabağınıza servis edilirken iyi orta pişmiş kıvamına dönüşüyor. Buna dikkat etmenizi öneririm. Çok iyi pişmiş derseniz sonunda biraz sert bir etle karşılaşabilirsiniz. Yemeği bir kenara bırakalım, ada manzarasının tadına doyulmaz. Mekan 300 kişi üzerinde bir kapasiteye sahip o nedenle masalar alt alta üst üste değil, nerede oturursanız oturun manzaranın tadını çıkartmanız mümkün.

Tavsiyem güneş batmadan önce gidip hem aydınlıkta, hem de güneş battıktan sonra ışıl ışıl olan o şahaneliğin tadını çıkarmanız. Çalan müzüklere diyecek yok, tek kelime ile harika. Yemek yerken yıldızlar adeta şarkılar eşliğinde dans ediyor.

Servis de aynı şekilde çok iyi, eğitimli ve işini bilen garsonlarla çalışıyorlar. İşletme, müşteri bir kere gelsin bir daha gelir gelmez bizi bağlamaz mantığında değil, tam aksine ellerinden geldiğince yardımcılar. Size hizmet eden  garsonlar çalan şarkıyı kimin söylediğine bile hakimler çoğu zaman.

İyi yemek, ayaklarınızın altına serilmiş adalar manzarası, içten bir hizmet ve güzel müzik için teşekkürler.
Fiyatlara gelecek olursak 2 kişi salata, et, patates ve 1 şise Türk şarabı 200 TL. Sadece şarap fiyatları yerliler için 95 TL, yabancılar için ise 120 – 150 TL arasında farklılık gösteriyor.

Bu arada unutmadan illa yemeğe gitmek durumunda değilsiniz, barı da oldukça keyifli. Biz geçen hafta gittik, serin olmasına rağmen şalla idare edebildik yemek boyunca, ama bu sene için biraz geç kaldık sanırım. Seneye açılışından itibaren bol bol tadını cıkartmak dileği ile.

9 Eylül 2013 Pazartesi

Bir Balayı Macerası: Koh Tao & Koh Samui



"JUST MARRIED" terliklerimizle adalardayız


Ohhhh!!! düğün koşturmacası ve yoğun hazırlık aşamasının ardından balayına çıkıyoruz ve karşınızda tüm detayları ile çok da keşfedilmemiş bir rota.

Balayını planlamaya başladığımızda bir türlü karar veremedik, Amerika'ya mı gidelim, Güney Fransa kıyılarını mı gezelim yoksa şarap tadımı ve mantar üzerine yoğunlaşabileceğimiz bir Avrupa köyleri turu mu olsun. Derken eşimin bir arkadaşının balayı dediğin adada olur demesiyle başladık ada araştırmaya. Zanzibar mı olsa, Seyşeller mi, yoksa Maldivler mi? Hangi tur şirketine gittikse hep benzer tur planları ile çıktılar karşımıza. İçimize sinmedi ve iş başa düştü. 
Bir arkadaşımında yönlendirmesi ile Tayland tarafına gitmekte karar kıldık ve tam yol ileri başladık adalarını araştırmaya, en son Koh Tao'da karar kıldık. İyki de öyle yapmışız, araya birkaç ada daha katarak haydi dönüşte de Bangkok yaparız dedik ve ortaya bu unutulmaz tatil çıktı.

Uzun uçak yolculuklarından pek hoşlanmayan eşim bile oldukça keyif aldığına göre bence yazacaklarım sizler için örnek bir balayı/tatil planı olabilir. Istanbul’dan  evden çıkışımızla Koh Tao'ya varışımız toplam 26 saat sürdü fakat çok keyifli bir yolculuk oldu. Gelin anlayatım nasıl geçti:)

Istanbul-Bangkok uçuşunun ardından Bangkok havayolları ile Koh Samui'ye geçtik.  Süper bir hava, ilk kez Asya tarafında bu kadar az nemli havaya denk gelerek, sempatik havalimanına iniş yaptık. O kadar güzel bir havalimanı ki tüm yorgunluğunuzu aldı, sanki resort girişi. Oradan taksi ile kişi başı 300 bahta Lomprayah firmasının hızlı feribotunun kalktığı limana yol aldık. Biletleri lomprayah.com sitesinden gitmeden almanız mümkün. Koh Samui'den feribot ile yola cıktığınızda Koh Tao'ya varana kadar 2 adaya daha uğruyorsunuz. Nangyuan ve Koh Phangan.  Nangyuan sadece 1 gün geçirip denize girmek için ideal olabilir. Koh Phangan ise meşhur 'full moon' ve 'half moon' partilerinin yapıldığı ada. İlla parti havasıda olsun derseniz internetten detaylı programını öğrenebilirsiniz. 2:30 dk'lık bir feribot yolculuğunun ardından Koh Tao'ya vardık. Önce limandaki kargaşadan nereye geldiğimizi anlayamasakda otelimizin özel aracı bizi karşıladığında bir ohh çekmedik değil.

Tek kelimeyle cennet bir ada, hindistan cevizi ve palmiye ağaçlarının arasındaki otelimiz ise harika bir seçim. Emeği geçenlere teşekkürler:) Özellikle balayı ya da yıl dönümünüzü falan kutlamaya gidiyorsanız Haad Tien’in havuzlu villalarda kalmanızı öneririm. Plaj villalarının da hakkını yemek istemem tabii. (www.haadtien.com)Tamamen size özel, sakin, bembeyaz bir kumsal, yeşil mavi bir su, harika bir hizmet, güleryüzlü thailand halkı ve herşeyden güzeli oteldeki extraların ucuzluğu. İlk akşam oldukça yorgun olduğumuzdan yemeğimizi otelde yedik. Sedirlere oturduk jumbo karideslerimizi  ve makarnamızı söyledik yanında da buz gibi bir şişe şarap. Önümüzde uzun bir sahil, arka fonda huzurlu bir müzik, değmeyin keyfimize. Yorgunluğumuza rağmen daha ilk günden koca haftayı nasıl geçireceğimiz belli oldu. Chille biberlerini hesaba katmazsak tabii. Doğu tarafında acıya çok alışkınım diyeni bile zorlayacak cinsten. Sipariş verirken uyarmayı unutmayın. Bize de ilk geceden tecrübe oldu.
Konakladığımız koyun adı köpekbalığı koyu olarak geçiyor. Adı sizi korkutmasın dalış yapıyorsanız özellikle açıklarda karşınıza minik yavruları çıkabiliyor. Biz kano yaparken çıplak gözle bile gördük. Onun dışında gökkuşağını andıran birçok  balık size yüzerken eşlik ediyor. İnanın onlar da Thai halkı kadar nazik, hiçbir rahatsızlık vermeden dibinizde yüzüyorlar. Koh Tao aslında dalış tutkunları için birebir, her yer dalmaya uygun ve sadece dalış için gidiyorsanız hesaplı dalış otelleri de mevcut.
Her akşam otelde yemek yiyemeyeceğinize göre toplam iki merkezden oluşan bu ufak adayı keşfe çıkın derim. Biri limanın olduğu koy Mae Haad, diğeri ise Sairee. Her iki tarafta da önerebileceğim güzel restaurantlar var. Otelin servisi ile iki merkeze de ulaşmanız mümkün.

Mae Haad’da Café Del Sol, Whitening, Café Del Mar güzel seçenekler arasında. Şık ve romantik bir yemek yemek istiyorsanız en iyi seçenek Whitening. Kumun üzerindeki masaları tercih edecekseniz önceden rezervasyon yaptırmanızı öneririm. Yemeğin yanı sıra adanın en lezziz kokteyllerini de onlar hazırlıyorlar.
Bi "Tiger" daha kafası

Sairee’de ise en iyi italyan Porto Bello, Hipp et severler için uygun, White Elephant & Baraccuda ise lokal Thai mutfağı ve ızgara kabuklu deniz ürünleri  için güzel seçenekler olabilir. Sairee ufak tefek hediyelik almak için Mae Haad’e göre daha uygun, çarşıyı gezerken Lady Boy Caberet Show’u da izlemeden dönmeyin derim. Bara giriş ücretsiz, sadece içtiğinizi ödeyerek Travesti Dans Show’unu izlemeniz mümkün.  “Queen Cabara Show” olarak geçiyor. Kısa bir kesit izlemek isterseniz, www.youtube.com/watch?v=VowGHvsuPZw’ a bakabilirsiniz. Bazıları için çok iç gıcıklayıcı olsa da ben hala performanslarını  takdir ediyorum. En azından bir kere görmeye değer.
Whitening Kokteyl
White Elephant Balık Tabağı
Queen Cabaret Show






























Koh Tao’da kaldığımız 5 güzel günün ardından yine aynı feribot firması ile Koh Samui’ye geçiş yaptık. Otelimizi gitmeden önce internette Agoda sitesinden almıştık. Adanın merkeze yakın en güzel plajında yer almasına özen göstererek Nora Buri Resort’da yerimizi ayırttık. (www.noraburiresort.com). Chaweng Beach adanın en büyük sahil şeridi. 1.85 m boyunca önünüzde beyaz kum bir plan hayal edin. Bu otelde o plajın tam sonunda yer alıyor. Plaj gerçekten harika görünüyor ama deniz için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Dibi biraz balçık hissiyatında ve yürü yürü belinde, pek benim tarzım bir deniz değil açıkçası. Yinede plajda uzun yürüyüşler yaparak tüm resort’ları tek tek keşfe çıkmak, hem spor hem de bu bahaneyle güneşlenmek baya keyifli. Otelinize de sorabilirsiniz ama benim önerim 1 gününüzü ada turuna ayırmanız. Safari turu olabilir, özel araç turu olabilir. Biz turlar içinde “9in1 Program” diye geçen birine katıldık. Sabah bizi otelimizden aldılar, sonra ada da bu tarz aktiviteler için özel yapılmış bir bölgeye götürdüler. 30 dk boyunca fillerin, maymunların show’unu izledikten sonra , fil üzerinde tracking yaptık. İnanın çok zevkli. Tonluk bir hayvanın üzerinde ufacık bir tayland'lının yönetiminde dağları, bayırları gezmek oldukça heyecan verici. Ardından öküz turu, thai box show ve balık terapisi. Şimdi keşke dayanıp daha çok soksaydım ayaklarımı o suya diyorum, inanın bana bu bir tedavi. Evet o kadar minik balığı ayaklarınızı sarmış bir halde görmek korkutucu ama faydası da çokmuş. Buradaki aktiviteleri tamamladıktan sonra cip’imize atlayıp bu seferde şelaleye doğru yola çıktık, yürüyerek şelaleye tırmandık. Kolay bir tırmanış olduğu söylenemez o yüzden bu tura içinizde mayonuz ayağınızda spor ayakkabınızla katılmanızı öneririm. Şelalenin tepesine çıktığınızda tabiki harika bir manzara ve buz gibi bir su. Tayland’da hangi adaya giderseniz gidin böyle bir su ile kaşılaşamazsınız. 
Bu arada unutmadan şelaleye doğro giderken yol üzerinde Hindistan Cevizinin içinde dondurma satan bir ufak kamyonet var. Mutlaka tatmanızı tavsiye ederim.50 Bahta içinde yok yok.

Tadına doyulmaz kabuklular
Öküz Safari'de yapmadık demeyiz:)
Fil Safari
Maymunlar o kadar tatlıydı ki 

Balık Terapisi
Ada içi ulaşım Bangkok kadar ucuz olmasa da her yere taksi ile gidebilirsiniz. Trafik burada da Bangkok kadar yoğun. Daha ucuz ulaşım aracı olan “Tuk Tuk”’da farklı bir tercih olabilir. Trafik soldan akıyor, sorun olmaz derseniz araçda kiralabilirsiniz.

Plajlar & Alışveriş:
Chaweng Plajı: Koh Samui’nin merkezidir. Restoranlar, gece klüpleri ve otelleri ile Samui’in en hareketli bölgesi. Alışveriş yapmadan dönmek imkansız. Özel ve marka satan butikler hariç, herşey oldukça hesaplı. Bambu ürünler, sabun ve tahta oymacılığı, yağlı boya tablolar, mücevherat, ipek tekstil ürünleri, orijinal maskeler ve tüm Tayland’da olduğu gibi sahte mallar, alışveriş seçenekleri arasında. Kick box müsabakası izlemek isterseniz barlar sokağının sonunda büyük bir kick box sahasını göreceksiniz.
Lamia Plajı: Chaweng Plaj’ından sonra adada ki en hareketli bölge, adanın güney kesiminde yer alıyor. 
Diğer plajları: Baphut Plajı, Maenam Plajı, Big Buddha Plajı, Choeng Mon Plajı, Talling Ngam.


Nora Buri Resort & Spa Hotel
Gelelim en vazgeçilmez kısım olan yeme içme bölümüne. Koh Samui Koh Tao'ya göre çok daha büyük ve gelişmiş olduğundan yemek seçeneğiniz de bir hayli fazla, hatta ada da ünlü şefler, ödüllü restaurantlar da bulunmakta. Sadece 2 akşamımız olduğundan biz hepsini deneme fırsatı bulamadık ama benim listeme göre gidilmesi gereken restraurantlar;
Zazen, Six Senses otelinin içinde bulunan "Dinning on the Rocks" ve Zico's. Bunlar dışında Chaweng'de yol boyu hem etrafımızı seyredelim hem de karnımızı doyuralım derseniz seçenek bol, deniz kenarında manzaraya karşı isterseniz o da mevcut, seçim sizin. Bu ada da yok yok.

Yapmadan dönülmemesi gereken en önemli şey masaj. Lüks otellerin içindeki spa'lardan birinde senenin tüm yorgunluğunu üzerinizden atabilirsiniz. Otellere kıyasla hesaplı  ve rezervasyon gerekmezksizin aklınıza estiği an yaptırmak isterseniz her köşe başı masaj salonu. Thai masaj, tüm vücut ya da ayak masajı zevkinize göre emrinize amade. Sokaktaki masaj salonlarının fiyatları aşağı yukarı birbieinin aynı. 300-500 Baht arasına bu dediğim masajların 1 saat boyunca keyfini sürebilirsiniz. 1 dolar 31 Baht, yani 300 Baht, 10 dolar civarı bir şey yapıyor. İstanbul'da bu fiyata manikür bile yapmıyorlar, oradan hesap edin derim:)

Biz bu seyahatten yüzümüzde kocaman bir gülümseme ile ayrıldık, bakalım sizler denediğinizde ne düşüneceksiniz. Hala gözlerimi kapadığımda Koh Tao'da otelin kumsalında olduğumu düşününce ağzım kulaklarıma varıyor. Tadı damağımda kaldı derler ya aynen öyle oldu. Dönerken bol bol el salladım, yine ve yine gidebilmek için...





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...