Etiketler

31 Mayıs 2012 Perşembe

Tiflis, Gürcistan


İş seyahatine çıkıyor olduğum için valizimi hazırlayıp, ofiste çalışan herkesin ülkeyi kaynaklardan daha iyi bildiğini varsayarak tek bir araştırma yapmadan yola  koyuldum. Hava alanından şehre ilerlerken bu kadar yeşil bir şehir beklemiyordum açıkçası.

Tiflis eski ve yeni Tiflis diye ikiye ayrılıyor. Eski Tiflis iki üç katlı, mimari açıdan estetik özelliğe sahip binalardan oluşmuş. Yeni Tiflis ise tüm metropollerde olduğu gibi yüksek binalar ve geniş ana caddelere sahip. Yol boyunca dağların tepelerinde bulunan kiliseler dikkati çekiyor. Neden bu kadar çok kilise var diye sorduğumda, “kiliselerin yerleşim yerlerini koruduğuna inanıyoruz” diye bir cevap alıyorum. Haçların ışıklandırılması ile kiliseler geceleri ayrı bir havaya bürünüyor,

Gelelim gezip görülecek yerlere;
Eski şehirdeki yapılanma benim oldukça ilgimi çekti. Taş duvarlı dar sokaklar arasında yürüyüş yapıp, ara ara kiliseleri ziyaret etmek çok keyifli. Değişik olan o sokaklardan geçerken yolun sonuna doğru geldiğinizde karşınıza oldukça modern café ve barların çıkması. Burası aynı bizim Asmalımescit’e benziyor. Cafelerde yemekler oldukça leziz ve arvupayi. Sokaklarda gitar ya da saksafon çalan gençler yemek ya da aperatifinize eşlik ediyorlar. Keyifli bir Gürcü akşamı geçirmek için ideal olabilir.
Eski Tiflis’te Kura nehri kıyısına inince Selçuklu yapıları olan han ve hamamlara rastlıyorsunuz. Gürcülerin%70’e yakını Ortodoks, çoğunlukta olan kiliselerin yanı sıra şehirde tek olan Azeri camiside güzel bir görünüm sergiliyor.

Gezimize devam ederken yüksek bir tepenin üzerinde yer alan Gürcü Ana heykeli dikkatimi çekiyor. Heykel Tiflis’in her tarafından görülecek büyüklükte. Bir elinde şarap kadehi diğer elinde kılıç taşıyor. Anlamı ise: “Dostlukla geleni şarabımızla karşılarız, düşman olarak geleni kılıcımızla göndeririz” imiş. 
Hıristiyan mezarları da oldukça enteresan, mezar taşı üzerinde ölen kişilerin resimleri var. Ölü ziyaretlerinde çoğunlukla mezar başında şarap içildiği ve ölü ile sohbet edildiği söyleniyor. Gürcüler her türlü okazyonda şarap tüketen bir toplum sizin anlayacağınız.

Şarap deyince, biraz da yemeklerden bahsedelim isterseniz. Lokal yemek isterseniz; sarımsaklı cevizli soslu sebzeler, soğuk etler, leziz peynirler, çeşit çeşit etler, bizim çoban salatası benzeri salatalar size ağız tadıyla eşlik edebilir ama en unutulmaz olanı Haçipuri diye adlandırılan ekmekleri. Gerçekten  ekmek demeye bin şahit lazım. Midenizde şenlik havası estiren cinsten. Birde bizim mantının yaklaşık 10 kat büyüğü mantıları var, içindeki eti acı soslu. Genel olarak yemeklerini beğensem de her yemeğe kişniş eklemeleri ve bol miktarda tuz kullanmaları beni biraz zorladı açıkçası. Kişniş’in o kadar baskın bir tadı var ki, yemeğin gerçek lezzetini öldürdüğüne inanıyorum. Asıl enteresan olan restaurant’larda yemek servisi yapıldığında önceden servis edilen meze tabaklarının kaldırılmadan üzerilerine ana yemek ve devamında da tatlının servis edilmesi. Sofranızda üst üste tabaklar halinde yemek yemek pek de bizim alışık olduğumuzdan türden değil.

Şarap tavsiyesinde bulun derseniz de Tellani Valley şarapları oldukça güzel. Damak zevkinize ve yemeğinize göre farklı çeşitlerini deneyebilirsiniz.

Şehirdeki bir diğer güzellik Kura nehri kıyısında gezerken tablo yapan birçok ressama  rastlamanız. Her biri birbirinden renkli ve güzel Gürcü sokaklarını ve kiliselerini resmediyorlar büyük çoğunlukla. Güzel bir pazarlıkla beğendiğiniz tabloyu alabiliyorsunuz. Ben bir Gürcü Sokağı tablosuna hayran kalıp üşenmeden İstanbul’a kadar getirdim. Birde bir inanış var resmi yapan sanatçılar vefat ettiğinde arkalarında ıslak imzaları olduğu için resimler çok değerleniyormuş. Bakarsınız sokaktan aldığınız bir tablo yarın bir gün çok değerli hale gelebilir.

Şehrin biraz uzağında bulunan Monastery of Davit Gareja  kilisesi gerçekten görülmeye değer. Manzarası harika, tepeden iki nehrin birleşmesini görmek ve onu resmetmek gerek.
Yazımın başında da söylediğim gibi Gürcü dostlarla şehri keşfetmek bir başka keyifli. Turist olarak gidildiğinde belki yapılması zor ama bir günde arabayla dağa çıkıp özel soslarla pişen domuz etlerini tatma fırsatımız oldu. Bize eşlik eden şarap ve votkalarda cabası.

Akşam dönüş yolunda bir bara gittik. Techno ve house müzik çalan bir bardı. Orda çalışıp yaşayan Türk erkeleri Türkiye kültürlerinden vazgeçmeyip kendilerine masa kurdurmuşlar ve dans edenleri seyrediyorlardı. Rahatsız edici bir görünüş olsa da kalabalık bir grup olduğumuzdan aldırış etmeyip dans ettik. Diskoda farklı olan sahneye kemanı ile çıkan 3 Gürcü bayandı. Çalan müziğe uygun olarak kemanları ile şarkılara  eşlik ediyorlardı. Ortaya hem kulağa hem de göze hitap eden bir görüntü çıkardılar.

Unutmadan söyleyeyim Gücüler oldukça yüksek sesle ve el, kol hareketleri ile konuşuyorlar. Sokakta birbirlerine selam verirken kavgaya tutuştuklarını sanmayın.


Gitmeyi düşünenlere şimdiden iyi tatiller “Gisurvep Kargad Dasvenebas”





29 Mayıs 2012 Salı

Adriyatik'de Gizli Cennet - HVAR


5 kız çıkığımız eğlenceli Dubrovnik seyehatimizin son rotası olan Hvar’dan bahsetmek istiyorum sizlere.  9 günlük tatilimiz boyunca 5 farklı yer gördük ama en çok kalbimi çalan yer burası oldu diyebilirim. Fırsat buldukça diğer yerler hakkında da yazacağım. Denizinin rengi, orta çağ kalıntıları taşıyan taş evleri ve limanı adaya ayak bastığınız andan itibaren sizi kendine çekmeyi başarıyor.
Dünya jet sosyetesinin uğrak yeri olduğunu düşünürsek manzaradan ve şıklıktan bahsetmeye hiç gerek yok sanırım. Mimari o kadar doğal ve bozulmamış ki nereye otursanız kendinizi hep bir şeyleri seyrederken buluyorsunuz.
Öncelikle adaya nasıl geldiğimizden bahsedeyim. Dubrovnik’den kiralamış olduğumuz arabamızla önce Split’e doğru yol aldık. Oradan feribota binerek Stari Grad’a vardık. Asıl macera oradan sonra başlıyor. Haritan bakınca yakın gibi görünen Hvar adasına o dar ve virajlı yollarını geçerken inanın bana ter döküyorsunuz. O kadar dar ki karşıdan bir araba geldiğinde bir yanınız uçurum ve bazı dönemeçler de karşıdan geleni beklemeden geçit vermeyen bir alan. Zorda olsa yokuşu inip Hvar’a vardığınızda sizi öyle bir manzara karşılıyor ki, tüm o yol stresini atmanız en fazla 5 dakikanızı alıyor.
Adanın mottosu “ Günde 4 saatten fazla yağmur olursa oda ücretinin yarısı, kar yağar ise ücret talep edilmez”. Bunu duyunca gülmeye başlıyoruz, yağmurda da denizde yüzmek fena olmazdı diye geçmiyor değil aklımızdan, çünkü henüz oteller ve fiyatları hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Dar ara sokaklardan geçtikten sonra limana indiğimizde süper lüks yelkenliler ve rüya kasabadaki taştan butik oteller karşılıyor bizi. Önce karnımızı doyurup sonrasında otel arayışı yapmaya karar veriyoruz. Sahil boyu birçok kafe ve restaurant’dan beğendiğinizde yemek yiyebilirsiniz. Seçenekler oldukça fazla. Soğuk biralarımız eşliğinde pizza şahane diyerek yumuluyoruz yemeklere. O sırada adanın yerlilerinden ada hakkında bilgi edinmeyi de eksik etmiyoruz. Bize madem 5 kişisiz o zaman apartman kiralayın diyorlar. Ada genç turistlerin uğrak yeri olduğu için apartman kiralamak oldukça yaygın bir durum. Tanıdıkları bir bayanı çağırıp bize yardımcı oluyorlar. Bayan önde biz arkada dar sokaklardan geçerek merkeze çok yakın 3 katlı bir apart’a geliyoruz. Bayan burada kalabileceğimizi ve 3 odası bulunan o katı bize tahsis edebileceğini söylüyor. Ev oldukça temiz ve ne ararsanız var. Mutfak, banyo, tertemiz havlular, hatta keyif yapmaya vakit bulursanız şezlonglu bir terası bile mevcut. Asla öyle başkasının evinde ya da bir hostel’de kalıyorsunuz hissiyatı yok (daha önce hiç hostel’de kalmadım bu arada ama olsunJ Kişi başı 20 – 25 euro civarı bir paraya biz o katı kiralıyoruz ve hemen yerleşip bir an önce adanın tadını çıkarmak istiyoruz. Yerleş vs derken akşamüstünü de biraz geçiyor bizim hazırlanmamız. Akşam yemeği için yine merkezde bulunan bir balık lokantasına gidiyoruz. Fiyatlar Türkiye ile kıyas kabul etmez. Çok lezzetli balık ve midyeleri oldukça uygun fiyata tüketebiliyorsunuz. Şarapları da hiç fena sayılmaz, alkol oranı bizim Türk şaraplarına göre biraz daha yüksek.
Yemek sonrasında Kiva bar diye bir bara gidiyoruz. Dar bir caddede turist istilasına uğramış. Genelde yelkenli tekneleriyle gelmiş olan ya da bu spora gönül vermiş kişilerle dolu içerisi. Bizde koca bardaklardaki ya da bildiğimiz kumda oynanan kovalarla servis yapılan koktelylerden alıyoruz elimize. Adanın asıl eğlence mekanı Carpe Diem ama hayat orda erken başlamadığından tabiri caiz ise Kiva barda demlenmeye devam ediyoruz. Sonrasında bir akım halinde Carpe Diem macerası başlıyor, aslında manzara, eğlence ve kalabalık açısından bizim Reina, Sortie’yi aratmayacak bir yer. Buranın asıl espirisi hafta sonları klübün önünden kalkan motorlarla yine klübün işlettiği plaja gidip partiye orada devam etmek. Perşembe gecesi olduğu için biz ada turuna katılamadık ne yazık ki.
Alışveriş tutkunları için merkezin arka sokaklarında ufak tefek butikler var. Adaya özgü hediyelik eşyalar, magnetler vs almak için değişik olabilir. Onun dışında kıyafet satan yerler de var ama Türkiye’de bulunur cinsten şeyler sattıkları için biz çok ilgilenmedik açıkçası.
Ertesi gün havanın güzel olabileceğini düşünerek bir tekne turu ayarlıyoruz, amacımız yakındaki adalara giderek buranın tadını iki katına çıkarmak, fakat sabah uyandığımızda hiç de düşlediğimiz gibi olmuyor oldukça bulutlu bir havaya uyanıyoruz. Bizde kendimizi bu güzelim adayı keşfe adıyoruz. Güne liman manzaralı güzel bir kahvaltı ve kahve keyfi yaparak başladıktan sonra her yeri saran lavanta kokuları eşliğinde adada yürünmedik yer bırakmıyoruz. Kilise, dar sokaklar, meydanda kurulan kermes misali tezgahlar. Her birinden ufak tefek de olsa bir şeyler satın alıyoruz. Döndüğümüzde bize bu güzellikleri hatırlatacak bir şeyler mutlaka bulunmalı etrafta.
The Golden Shell restaurant adanın yerlileri tarafından tavsiye edilen gurme bir restaurant ama zaman kısıtlı olduğu için gitme için fırsatımız olmadı. Merak edenler için ada deniz ürünlerinin yanı sıra incir soslu tavşan ve fıstık sosunda patatesli tavşan yemekleri ile ünlü.
 Burada geçirecek birkaç günümüz daha olsa idi size plajlar ve o güzel koylarla ilgili de bilgi vermek isterdim ama ne yazık ki o kısmını araştırmak size kaldı. Mutlaka bir daha giderim dediğim bir yer olduğu için bir sonraki seferimi de bekleyebilirsiniz öneriler için.
PS: Adaya bizim gibi arabayla yolculuk yapacak iseniz dönüş yolunda satılan lavanta balından mutlaka almanızı tavsiye ederim.
Ha birde bu arada dünya jet set’i buraya bizim geldiğimiz dar yoldan değil kendi yelkenlileri ile gelmeyi tercih ediyormuş. Biz yol boyunca bu konuyu baya bir tartışmıştık, edindiğimiz bilgilere göre Dubrovnik’den haftanın belirli günleri direkt feribot varmış, merak edenlere duyurulurJ


11 Mayıs 2012 Cuma

BAKÜ, Azerbaycan



Biliyorum ki birçoğumuzun aklından hadi Azerbaycan’a tatile gidelim demek geçmez, benimde geçmiyordu haliyleJ İlk olarak 2006 yılında iş için gittim Türkiye dostu bu şehre.  Adını “Rüzgarlar Şehri” (Badı Küba) dendiği için Ba ve Kü kelimelerinin  birleşmesinden almış.

Şimdi o kadar yere gittin Bakü’yü yazmak nerden aklına geldi derseniz 26 Mayıs 2012’de düzenlenecek olan Eurovision yarışmasını izlemeye giden olursa kısada olsa Bakü hakkında bilgi edinebilir dedim.

Türkiye ile iş ilişkileri çok kuvvetli olduğundan, THY günde dört Azerbaycan seferi düzenliyor.  Neredeyse kış sezonunda  bizim Antalya ve  Bodrum seferleriyle yarışacak durumda.  Türk vatandaşı olarak vize almanıza gerek yok. Uçaktan indikten sonra 10 dolar ve iki resim karşılığında alabiliyorsunuz. Azerice Türkçeye çok yakın bir dil olduğundan konuşmaları anlamak da oldukça rahat. Gerçi her ne kadar birçok benzer kelime olsa da farklı anlamlara geliyor olduklarını mutlaka önceden araştırın derim.

Örneğin pilot Azerbaycan’a inerken Sayın Qadın ve Kişiler (Bayanlar ve Baylar) şuan düşmekteyiz dediğinde benimki sizde Allah Allah diye bir panik yaşamazsınız. Daha enteresan olanı Türk ve Azeri iş adamaları sürekli bu seyahati gerçekleştirdiklerinden uçağa otobüs muamelesi  yaparak inmeye yakın telefonla konuşmaya başlıyorlar ve ailelerini arayıp şimdi düşüyoruz şu kadar saate evde olurum gibi bilgi veriyorlar. Hosteslerde durumu kanıksamış olacaklar ki artık uyarmaktan vazgeçmişler.

Para birimleri Manat. TL olarak karşılığı 1 Manat 2.45 TL gibi. Dolar hemen hemen her yerde geçiyor fakat kredi kartı geçmeyen yerler de var.

Havaalanından çıktıktan sonra gördüğünüz tabelalar sizi memleketinizde hissettirecek kadar Türkçeye yakın, sadece birkaç harfimiz farklı yazılıyor ama zaman sonra onlara da göz aşinalığınız arttığı için kolayca okunabiliyorlar.  Caddeler oldukça geniş. Birçok yerde Haydar Aliyev anıtları ve sokak adlarını görmeniz mümkün.

Ziyaretim sırasında kaldığım Park Inn otelin güzel bir manzarası var. Birçok internasyonel otel zincirinin de Bakü’de şubesi var. Excelsior, Hyatt ve Sheraton otel gibi.

Şehirde gezilecek yerlerden bahsetmek gerekirse Fountain Square oldukça keyifli meydanlarından bir tanesi.  Gobustan ve Atesgah yerlerini gezebilirsiniz, Gobustan'da milattan önce kalma taş üstünde şekiller ve resimler olan bir yer. Ayrıca dünya miras alanları içerisinde yer alıyor. Ateşgah ise eski keşişlerin mabedi olarak anılıyor.  Ateşgah denilmesinin sebebi ise yeryüzüne çıkan doğal gazın neden olduğu yanan ateş.
Hazar gölünün kenarı da oldukça popüler ve görülmesi gereken yerlerden bir diğeri.
Şehir merkezinde Hazar gölü kenarında Bulvar adında bir park var. Özellikle yazın bütün Bakü'lüler ailece bu parkta geziyorlar. Gerçi  ben gittiğimde de oldukça çok insan vardı. Bayanların çoğu bizim gece elbisesi olarak nitelendirebileceğimiz şıklıkta elbiselerle yürüyüş yapıyorlardı.

Şehir merkezinde gezilmesi gereken bir başka önemli ve tarihi yer ise "Old city Bakü" yani eski şehir. Osmanlı ve Rus kültüründen izler taşıyor.  12. yüzyıldan kalma duvarlar günümüze kadar gelmiş. Aynı dönemlerde inşa edilen Giz Galasy ( Kız Kulesi)  ve Shirvanshahs (Şirvan Şah Sarayı) Azerbaycan mimarisinin incileri olarak kabul edilmektedir.

Mağazalarda oldukça yüksek sesle müzik çalınıyor. Tarkan, Ebru Gündeş ve Serdar Ortaç’ın şarkılarını adeta Türkiye’deymişsiniz gibi dinlemeniz mümkün.  En çok et yemeği tüketiyorlar, oldukça da lezettli. Gittiğimiz bir yerel restaurant da yediğimiz yemeklerin yanı sıra sahne alan sanatçıları da unutmam mümkün değil. 3 saat yemek boyunca bir restaurantda kaç değişik performans sahne alabilir siz düşünün.  Ben 6 tanesini  izledim. Açılışı bir piyano çalan bir bey, sonrasında Azeri şarkı söyleyen bir bayan, Azeri dansı yapan iki genç ve diğerleri şeklinde ilerliyordu program. Sonrasında ise diskoya dönüşüp bol bol Rusça ve Türkçe hit şarkıları dinleyip dans ettiğimizi hatırlıyorum. Bizim restaurant kültürümüzde pek de alışık olmadığımız bir durum bu. Son dönemde duyduğum kadarıyla Simit Sarayı ve Kitchnettte’de aynı Türkiye’deki şekliyle hizmet vermeye başlamış. İlla balık yiyeceğim derseniz Halikarnas balıkçısı lezzetli.  Azeri mutfağı et ve hamur yemekleri ağarlıklı. En meşhur yemekleri Tike ve Lüle kebabı. Hamur işi olarak da Qutab (küçük gözleme) ve Xengeli ( İri mantı ) denemeye değer.

Bakü ile ilgili bilinmesi gereken diğer bir şey, geceleri şehri tümüyle değiştiren ışıklandırması. Otelinizin penceresinden bakarken bile zaman zaman kendinizi Paris’de hissedebilirsiniz.

Ziyaret düşünen herkese şimdiden Yaxşı Səfərlər...

 

6 Mayıs 2012 Pazar

Ateşböceği Yolu


"You are the dancing queen, young and sweet, only seventeen"

Son zamanlarda okuduğum ve beni gerçekten etkileyen bir kitap “Ateşböceği Yolu”.
Kristin Hannah’ın bu kitabında sevgi, dostluk, aile, sadakat, ilişkiler hakkında kendinizden birçok şey bulabileceğiniz, duygularınızı canlı tutarak, bazen neşe, bazen de gözyaşlarınıza hakim olamayacağınızı düşünüyorum.

Sizinde benim gibi 20 yılı aşan dostluklarınız hala baki ise o günlerinizin gözünüzde canlanacağından eminim. Dostlarınızla yaşadığınız çılgınlıkları, kavgaları ve paylaşımları bir bir hatırlayacaksınız.
Kısaca anlatmak gerekirse hikaye 1974 yılında romanın baş kahramanı Tallulah Hart yani Tully'nin Ateş Böceği Yolu'na taşınmasıyla başlar. Tully oldukça akıllı, geleceğe dair hedefleri olan, çarpıcı ve bir o kadar da çılgın bir kişiliktir. Zaman zaman acımasız biri gibi görünse de aslında temiz kalpli ve hayata karşı dimdik ayakta durmak isteyen biridir. Onu bu kadar sert karakterli yapan çocukluğunda ve gençlik yıllarında yaşamış olduğu karmaşık aile hayatıdır. Komşularının kızı olan Kate ile tanışması Tully’nin başına gelen talihsiz bir olayla yollarının kesişmesi sonucu olur ve 30 yıl sürecek olan bir dostluk hikayesi başlar.  Kate Tully’nin tam tersi bir karakterdir. İçine kapanık, çekingen ve korumacı ailede büyümüş hafif geek bir kişilik. Bu iki zıt karakterin nasılda iyi dost olduğunu bu romanda keşfetme imkanı bulacaksınız.

Kitap Abba’nin en popüler şarkısı olan Dancing Queen’in nakaratıyla başlıyor ve okumaya devam ettikçe birçoğumuzun halen ezberinde olan, okurken arka fonda çalmayan ama kendinizi mırıldanırken bulduğunuz Jackson 5, David Cassidy,  Care of Business, Madonna, Rolling Stones’lu yıllara götürüyor.
Merak uyandırdı mı bilmiyorum ama içten kaleme alınmış bu romanı okumanızı tavsiye ediyorum. Akıcı bir şekilde okurken eminim sizde yaşadığınız arkadaşlıkları, ailenizi, ilişkilerinizi, hayattan beklentilerinizi bir kez daha gözden geçireceksiniz.

Önümüz yaz, tatile giderken hangi romanı satın alayım derseniz, Ateşböceği yolu özellikle bayanlar için iyi bir tercih olabilir.



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...