Etiketler

15 Aralık 2014 Pazartesi

New York


Frank Sinatra'nın da dediği gibi uyumayan bir şehirde güne uyanmak, onun parçası olmak ve hayatı dolu dolu yaşamak istiyorum diyorsanız bu yazıyı okuyun. New York gerçekten farklı bir deneyim. İlk NYC seyehatimi 2008 yılında yapmıştım, 10 gün kaldığım için aman tamam ben doyasıya gezdim artık bir daha gelmem derken bu yıl Batı Amerika seyehatimizin son durağı olarak kendimi tam da Manhattan’ın ortasında buldum ve inanın hiç tahmin etmesemde garip bir şekilde şehri özlemiş olarak. Birçok yabancı filmde de görebileceğiniz üzere en popüler bölge Manhattan.  Şehir aynı zamanda Büyük Elma “Big Apple” olarak da adlandırılıyor.

NYC oldukça büyük bir metropolitan şehri, her gittiğinizde farklı bir şeyle karşılaşmanız mümkün, değişmeyen tek şey gökdelenler. Sürekli yeni restaurant, klüp ve bar açıldığı için şehir kendini asla tekrarlamıyor. İnsanlar birçok büyük şehirde olduğu gibi hep koşturma ve bir yerlere yetişme telaşı içindeler. Öyle kozmopolit bir şehir ki her ırktan, renkten insana ratlamanız mümkün. Bu çeşitlilik benim herzaman oldukça hoşuma gidiyor. Sokakta, yolda, barda, restaurant’da rastladığınız herkesle sohbet edip farklı hikayeler dinleyebiliyorsunuz.  

Şehir içi ulaşım olarak ağarlıkla metro kullanılıyor, trafiğin pek aktığı söylenemez. Gerçek bir New Yorker gibi şehrin tadını çıkarmak istiyorsanız otelinizi Manhattan civarında seçmenizi öneririm. Daha önce gittiğimde Times Square’e yakın olan Marriott’da konaklamıştım, böylece heryere ulaşımım oldukça kolay olmuştu. Hava alanından otele ulaşım 3 farklı şekilde olabiliyor; özel trasfer ayarlayabilirsiniz, 55-70$ arasında bir rakam ödeyerek taksi kullanabilirsiniz ya da Air Train’e binip metro’ya aktarma yaparak varacağınız durağa en yakın çıkıştan çıkabilirsiniz. http://www.panynj.gov/airports/jfk-airtrain.html Elinizde bavullar var ise bu yöntem çok da kolay olmayabilir.

NewYork’ta lokal arkadaşlarınız yok ise en çok zorlanacağınız şey nerede yemek yiyeceğinize karar vermek olabilir. Sabah kahvaltısı için cadde boyunca oldukça çok seçenek var. Hiç bulamadım derseniz  her köşe başında Startbucks ya da Pret a Manger şubesine rastlayacaksınız. Bizim bakkalların biraz hallicelerinden de sandviç, meyve ve salata satın alabilirsiniz. Şehirde çoğunluk musluk suyu içtiği için en pahalı şeylerden biri bizim alışkın olduğumuz gazsız su. Restraurant kısmına geri dönersek en iyisi trip advisor’a ya da zagat’ın gideceğiniz yıl içinde önerdiği top mekanlar listesine göz atmak olacaktır. Hiç araştıramadan giderseniz meatpacking hem yemek hem de bar anlamında ilk gideceğiniz bölgelerden biri olmalı.

Biz bu son gidişimizde farklı çok güzel restaurantlara’a giitik, sizinle de paylaşmak isterim.
1    - Charlie Bird http://charliebirdnyc.com/ Sunum ve lezzetler oldukça başarılı, şuan NY’un en popüler restaurantları arasında. (deniz ürünleri ağırlıklı)
2    - Blue Ribbon Sushi Bar & Grill http://www.blueribbonrestaurants.com/ Özellikle kalabalık grup halinde gitmek çok keyifli oluyor, upuzun masada herkes kendi zevkine göre sipariş veriyor, böylece tadım menüsü tarzı herşeyden yemiş oluyorsunuz. Seçtiğimiz herşeyden oldukça memnun kaldık.

3   - Red Lobster http://www.redlobster.com/  ben ıstakoz delisi olduğum için her fırsatta uğrayabileceğim biraz turistik de olsa oldukça yaratıcı menülere sahip bir restaurant zinciri. Daha önce denemediyseniz menüsünü bir inceleyin, ne demek istediğimi anlayacaksınız.


Turist olarak gideceğiniz ilk seferinizde neler yapabilirisiniz, ilk seferiniz diyorum çünkü bu şehir sizi mutlaka tekrar çağıracak.
 - Tüm şehri kolay ulaşılır ve detaylı bir şekilde dolaşmak isterseniz Grey Line otobüs turuna katılabilirsiniz. Tercihen 48 saat boyunca kullanabilceğiniz all loops tur’u satın alın. Böylece beğendiğiniz mevkide kafanıza göre inip, gönlünüzce vakit geçirip yine herhangi bir duraktan  geçen diğer otobüse atlayarak tura kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.
Empire State binasının 86. Katında bulunan seyir terasına çıkarak şehri izlemek. Tam gün batmadan önce giderseniz, güneş battıktan hemen sonra da şehrin capcanlı, ışıl ışıl halini görürsünüz.
 - Rockefeller Center turu (özellikle sonbahar ve kışın bol bol buz pateni yapanları izlemek keyifli)
 - Central Park’da mutlaka  ½ gününüzü geçirin. Hatta mümkünse uzun bir yürüyüşün ardından yakın bir yerden alacağınız sandviç ve kahvenizle parkın içinde bulunan göletlerin ve manzaranın keyfine dalın. Nede olsa siz de 2. günden bir New Yorker haline dönüşeceğiniz ve sürekli ordan oraya koşturacağınız için iyi bir dinlenme rotası olacaktır Central Park.
 - Ellis adası ve Amerika'nın en bilindik Özgürlük Heykelini görmeden gelmek olmaz. Oraya kadar gitmişken Brooklyn Köprüsünün de mutlaka resmini çekin.
Downtown bölgesinde bulunan 12 Eylül’de yıkılan İkiz kuleler yerine inşa edilen kuleleri de bir görün, ne olur ne olmaz. Bu bölgenin yeni adı Grand Zero, bölge aynı zamanda Financial District olarak da geçiyor. Bu arada yıkılan bina habarelerinden çıkan çelik malzemlerle bir gemi inşa edildi ve müzede sunuluyor.
 - Brodway’deki şovlardan birine bilet alarak, bu canlı performaslardan birini mutlaka deneyimlemekte fayda var. “Jersey Boys” hala eskimeyen iyi bir seçim olabilir.
 - Müzeleri ilgi alanınıza göre mutlaka araştırarak gidin ve gezmek için vakit ayırın. Özellikle Metropolitan ve Museum of Modern Art (MoMA)harika bir deneyim.
Alışveriş: New York’un tüm caddeleri alışveriş için ideal. Macy’s, Bloomingdale en meşhur alışveriş merkezlerinden, aradığınız herşeyi buralarda bulabilirsiniz. Bu merkezlere bakmadan ünlü markaları ucuza bulabileceğiniz fakat biraz emek vererek, karıştırarak alışveriş yapmanızı gerektiren Marshalls, Ross ve TJ Max’e bakmadan karar vermeyin derim. Alacak pek birşey bulamadım, herşey memleketimde var derseniz, iddia ederim ki orijinal Samsonite bavulları bir daha asla bu kadar ucuza bulamazsınız. Kendi memleketimizde 1000 TL ve üstüne satılan Samsonite bavullara 100$ ödeyerek sahip olabilirsiniz. 
 - New Jersey bölgesinde bulunan Woodbury Common outletine uğramanız tavsiye. Buraya ulaşım oldukça kolay. Manhattan’da bulunan ana otobüs terminaline giderek 2. kattaki satış ofisinden biletinizi alın ve neredeyse saat başı kalkan otobüslerden biri ile oraya ulaşın, yol yaklaşık 1 saat sürüyor. Araba kiralayıp gitmek dönüşte eziyet olabilir, tam trafik saatine denk gelsenizde otobüs kestirme yolları kullandığı için daha hızlı merkeze ulaşabiliyorsunuz. Gidiş-dönüş otobüs tutarı kişi başı 45$civarı idi yanılmıyorsam.

Kendimce bir top 10 yapmaya çalıştım sizlere. Birçok şeyi içerdiğinden emin olabilirsiniz. New York bloklar arası bol bol yürüyerek keşfedeceğiniz bir şehir. Tam tadına varmak için 4 günden az kalmayın derim. En keyifli zamanları Mayıs, Ekim arası bence. Xmas ve yeni yıl zamanı şehir masalsı bir havaya bürünsede kışları oldukça sert geçtiğinden, turist olarak ilk seferden adapte olmanız zor olabilir. Benim bir NY seyehatim daha olacaksa o hakkımı mutlaka Xmas'da değerlendirmek istiyorum o ayrı:)

Boğazına düşkün biri olarak değinmeden geçmek istemem ki İstanbul’dan çok daha uygun fiyata suşhi, ıstakoz ve et yemeniz mümkün, bu şansı değerlendirin.

Daima canlı, hızlı ve hayat dolu bir New York deneyimi için hazır mısınız? 

9 Ekim 2014 Perşembe

Et-Inn Kebap & Steak House

Kocamaaaaan bir mekan, şimdiye kadar gittiğim kebapçıların en büyüğü idi sanırım.  İki katlı, aynı zamanda dışardaki bahçesi de oldukça geniş ve ferah. Özellikle çocuklu aileler için çok uygun. Aşağıdaki oyun alanına çocuğunuzu teslim ederek oradaki ablalaların onlarla vakit geçirmesini sağlayıp hem kendinizi hem de çocuğunuzu memnun etmeniz mümkün.  Oturduğunuz yerde bulunan TV ekranlarından ise çaktırmadan gözlem yapabiliyorsunuz. 
Servis yapan garsonlar oldukça sempatik ve hızlı. Önerdikleri et ve tatlılarda hiç yanılmadılar. Et ve tatlılar dışında yediğim herşeye bayıldım diyemem ama genel olarak memnun kaldık.

Neler yedik derseniz başlangıçlardan çiğ köfte, yoğurlu patlıcan, muhammara, acılı ezme, çerkez tavuğu. Ara sıcak olarak fındık lahmacun, içli köfte ve humus. Ana yemek ise terbyeli şiş, döner ve lokum.



Çiğ köfte ve yoğurtlu patlıcan hariç başlangıçlar beni çok tatmin etti diyemem, ara sıcaklarda fındık lahmacun oldukça iyiydi. İçli köfte ağarlıklı koyun etinden olduğu için ilk anda elendi  benim için, humus ise biraz katı idi. Tombik pideler ve tulum peynirini atlamayalım, yanında turşu ile açlığınızı bastıracak cinstendi. Ana yemekler için diyecek söz yok, yediğimiz herşeyin hakkını vermişlerdi. Döner, terbiyeli şiş ve özelliklede 4 dilim halinde gelen ve altı keyifli mantarla döşeli  dana etinden hazırlanmış lokumun lezzetine diyecek yoktu.

Tatlı kısmı başımızı döndüren bir kapanış yapmamıza sebep oldu, künefe, tavuk göğüsü ve kaymaklı ekmek kadayıfı  inanın bana tam ağzınıza layık. Özellikle tavuk göğüsü o kadar lezzetliydi ki kalanını kıyamayıp paket yaptırdık.


Anadolu yakasında oturanlar için alternatif olarak denenebilir. 4 yetişkin &1 çocuk alkollü içki hariç 330 TL hesap ödedik. Meyve servisi müessesenin ikramı idi.

Her Pazar 10:00 – 14:00 arası brunch servisleri de var. Kahvaltıya gitmeyi sevenler için extra bir bilgi:)

Et - inn Kebap & Steak Uçar Sk. No:9, Sahrayıcedid, Kadıköy
0216-301-2929


22 Eylül 2014 Pazartesi

Biz Burada İyiyiz “Barbaros Altuğ”

3 gencin çocukluktan gençliğe hikayesi...

İncecik bir kitaba bukadar akıcı bir anlatım sığdırmak başarı olsa gerek.

Yaşadıkları şehirden farklı bir yere taşınan insanlar beraberinde anılarını da götürürler.  Uzaklaşmak, kendi başına kalmak ve herkesten kaçmak için iyi bir bahanedir taşınmak ama  yabancı şehirde yaşarken anılara daha bir dört elle sarılır insan. Bazen efkar yapar 2 kadehle, anar da anar...
Zamanla anılar şekil değiştirebilir, bazen pozitifleşir bazen de içinden çıkılmaz bir hal alır.

Yazar der ki “Ben kimseyi üzmek için yazmıyorum, sadece kendimi iyileştirmek için yazmaya başladım, insan yazdıkça kendi içindeki kuyulara çekilebiliyor bilmeden, derine indikçe siyahlaşıyor suları o kuyularında”.

“Nereye gidersen git kendi hikayenle başbaşa kalırsın sonunda”

Alın okuyun derim, kitabın fıyatı da çok uygun. Metroda, otobüste, serviste. İncecik, şıp şak bir çırpıda okumalık. 

9 Eylül 2014 Salı

Batı Amerika'yı Keşfe Çıktık... Los Angles, San Diego, Las Vegas

Yıllardır hayalini kurduğum ve hedef listemde bulunan Batı Amerika seyehatini sonunda gerçekleştirebildim. Uçak biletlerimizi Ocak ayında alıp, otellerimizi Şubat ayında ayırttık, bu turu yapacaksanız aynı bizim yaptığımız gibi 3-4 ay öncesinden plan yapmanızı öneririm. Hayatımda ilk defa 7 ay öncesinden uzun bir tatil planı yapmış oldum böylece.

Otel ve araba kiralamak icin http://www.priceline.com/ ve http://www.expedia.com/ sitelerine bakmanızı tavsiye ederim, son dakika daha iyi fiyat yakaladığınızı düşünürseniz otelinizi değiştirme hakkınız 4 gün kalaya kadar devam ediyor. Haydi gelin birlikte çıkalım bu keyifli Batı Amerika yolculuğuna.
23 Temmuz öğlen Türk Havayolları ile IST- Los Angles uçağına bindik, 14 saat süren yolculuğumuzun ardından yine önceden  internet üzerinden ayarladığımız transferimiz bizi karşıladı ve otelimize kadar bıraktı. Şansımıza Başkan Obama’da LA ziyareti yaptığı için tahmin edersiniz ki otele varmamız biraz uzun sürdü. İnanılmaz güvenlik önlemleri ile aklınıza gelebilecek tüm kesişen yolları kapatmışlardı. Otele varır varmaz eşyaları bırakıp bir duş aldıktan sonra kendimizi dışarı attık. Bir arkadaşımızın önerisi sonucu LA’deki otel seçimimiz Ramada Plaza West Hollywood oldu. Oldukça temiz, merkezi  ve fazlası ile restaurant seçeneğinin bulunduğu bir lokasyondaydı. Biz bitap halde olduğumuzdan  hızlı birşeyler atıştırabilceğimiz et , salata servis eden bir cafeye gittik. Otele döner dönmez conciage ile birlikte LA’de geçireceğimiz günlerin planını yaptık. Türkiye Los Angles saat farkı 10 saat, uyku sorunum olur derseniz önceden önleminizi almanızda fayda var.   

1.Gün: Los Angles
Sabah otelde kahvaltı olmadığından hemen yanında bulunan Kitchen 7/24’e gittik, çılgın irilikte olan kahvaltı tabaklarından seçerek güne başladık. LA City tur sabah 08:30 gibi bizi otelimizden aldı ve tüm gün süren LA şehir turu için yola koyulduk. Bu tura mutlaka katılmanızı öneririm, araba kiralayarak ya da şehir içi ulaşım imkanları ile 1 günde LA’yi tam anlamı ile keşfetmenize pek imkan yok. Hollywood , Rodeo Drive, Beverly Hills, Down Town şehrin altını üstüne getirebiliyorsunuz. Ayrıca tur operatörünüz tüm gün tarihçesi ile birlikte size şehri , önemli binaları ve Beverly Hills’deki ünlülerin evlerini bir bir anlatıyor. Önceden hazırlıklı gidelim, kim nerede oturuyormuş bilelim derseniz ekteki linkten harita indirebilirsiniz.
http://goo.gl/FHB17
Tur Venice Beach ya da Santa Monica Beach (plaj)’tede mola veriyor, sizde kilometrelerce uzanan sahil şeridinin tadını çıkarıyorsunuz. Tur esnasında yanınızda mayo/bikini bulundurursanız okyanusta da yüzmedim demezsiniz. Benim favorim Santa Monica beach oldu. Öğlen yemegi molasında In n Out Burger'de yemek yiyin, buranın en meşhur fast food zinciri. 

Akşamüstü tur bitince otelinize gelip biraz dinlenin derim.  Akşam için ise tur boyunca gözünüze kestirdiginiz bölgelerden herhangi birindeki rest'a gitmeyi tercih edebilirsiniz. Biz en şaşalı caddelerinden olan Rodeo Drive' da karar kıldık ve  Mastros adlı ünlü et lokantasına gittik. (yemek zevkine güvendiğim bir arkadaşımın tavsiyesi idi) http://www.mastrosrestaurants.com/Locations/CA/31-Beverly-Hills-Main/Default.aspx Etler ve mekan şahane, benim gibi klimalı ortamlar sizi de bayıyor ise penthouse’unda rezervasyon yaptırmanızı öneririm. Porsiyonlar devasa siparis verirken dikkat etmek lazım. 80 oz yaklaşık 200 gr'a denk geliyor, biz 500 gr’lık Kansas Steak’i paylaştık yanına da ek olarak kuşkonmaz ve sote mantar sipariş verdik, ortaya bir de seafood tower isterseniz keyfinize diyecek yok, görsel bir şölen halinde servis ediliyor. Battı balık yan gider hesabı son olarak bir de chocolate butter cake'ide mideye indirdik ve mutlu mesut ayrıldık restaurant’tan.

Bu arada şehir turu sırasında downtown’uda görme şansınız oluyor. Walk of Fame’i görmeden geçmenize imkan yok. Ünlülerin isimlerinin yer aldığı kaldırım boyu yürüyüp resim çekmek çok keyifli. Oscar törenlerinin yapıldığı Dolby Tiyatrosu’da burada bulunuyor. Daha önce farklı şehirde Madam Tussaud  müzesi  (ünlülerin mumyalanmış, gerçeğe çok benzer halleri) gezmediyseniz orasıda tiyatronun bulunduğu caddede.  Tur esnasında hepsini gezmeye vakit bulamayacağınız için farklı bir gün 2-3 saatinizi ayırıp hakkını vererek görün bence.
2. Gün: Los Angles
Bugün istikamet Universal Studios , biletlerimizi yine LA city turdan satın aldık. (http://www.universalstudioshollywood.com/)

Uzun zamandır bu kadar eğlenip deşarj olmamıştık heralde, inanın bana yaşınız kaç olursa olsun içinizdeki çocuğu değil yeniden keşfetmek, zapt etmek icin zorlanacaksınız. Binmediğimiz bir alet, girmedigimiz bir delik kalmadı heralde. 3 D efeklerinin anlatıldığı alanda eşimle 500 kisinin önünde sahneye bile çıktık. Benim kolumu kestiler o da astronot olup uçtu.  Seaworld show'unda kuş gibi en öne oturduğumuz için iç çamaşırımıza kadar ıslanmak nedir deneyimlemiş olduk. Aklınızda bulunsun ya en öne oturmayın ya da bayanlar beyaz t-shirt ile gitmemeye özen gosterin, resimlerimiz gerçekten komik. Tüm bu showların, eğlence trenlerinin(vs) tadına varmak ve 1 günde Universal Studios'u tam anlamıyla gezmek istiyorsanız restaurant kısmı hariç geçerli olan öncelikli kart satın alarak (Front Line Pass) o deli sıraları beklemekten kurtulabilirsiniz, hemen girişteki gişede satılıyor. Film endüstrisinin can damarı olan bu şehirde bineceğiniz tren turu sayesinde sinemanın tüm hilelerini görerek, ünlü film ve dizilerin çekildiği yerleri gezmeniz mümkün. Şanslı iseniz canlı bir çekime de denk gelebilirsiniz.

Öğlen yemeği için Pink’s  iyi bir tercih, tüm ünlülerin favori hot dog mekanı, siz neden denemeyesiniz. Her bir stüdyo ziyaretinden sonra mağazalar var, kendinize hakim olmaya çalışın yoksa dönerken sadece bir bavulu Universal Studios’dan aldıklarınıza ayırmanız gerekebilir. Sevdiginiz her karakter mevcut, Betty Boo benim en favori karakterimdir, her ne kadar tutsamda kendimi ara sıra hakim olmakta zorlandım. Sizi Universal Studios’a bırakan otobüsler en geç 18:00’de tekrar almaya geliyor, kaçırmamaya bakın. Herzaman taksi ile dönme şansınız da var. Akşam yemeği için tercihimiz Ebaldi Restaurant oldu. İtalyan yemeği sevenler için bir seçenek olabilir. http://www.ebaldi.com

LA’de trend yemeğe gitmeden önce ünlü ve modern otellerin barlarına gitmek. Biz de bu trend’e uyduk ve ilk gün Roosevelt otelindeki Library barda, ikinci gün ise Peninsula Otel'deki The Club Bar'da kokteylerimizi keyifle yudumlayıp LA'in ve manzaranın çıkardık.  Öyle kendi  memleketimizdeki gibi şahane bir deniz manzarası hayal etmeyin tabii, yüksek farklı binalar da ayrı bir hava katıyor.

Jimmy Fallon hayranı iseniz LA’e gelmişken show’unu canlı seyredip seyirci olarak katılabilirsiniz. LA’e varmadan önce ekteki linkten rezervasyon yaptırabilirsiniz.

3.Gün San Diego:
Tatilimizin üçüncü gününde priceline web sitesi üzerinden kiraladığımız arabamızı Avis’ten alarak, koyulduk yollara. GPS’imizi kurup ver elini San Diego dedik. San Diego California’nın en güneyinde Meksika sınırında yer alan bir şehir. GPS’inizi doğru kurmazsanız gün sonunda kendinizi Meksika’da da bulabilirsiniz.
Günlerden Cumartesi idi, kiteboard yarışları olduğundan dolayı anayolda aynen bizim Boğaziçi köprüsü çılgınlığı, dur kalk ilerledik ve 5 saatin sonunda San Diego’ya vardık, aslında LA- SD arası 2 saat, yani gözünüz korkmasın.  Gitmeden bir arkadaşım üç favori bölge önermişti konaklamak için Del Mar, La Jolla ve Coronado Island. Biz oyumuzu Hilton Del Mar’dan yana kullandık. Ne de olsa Del Mar’da kalacağız düşüncesi ile denize girmek için La Jolla’yayı tercih ettik. Boylu boyunca bir plaj, sahilde oldukça güzel evler. İnanın bana San Diego’dan dönmek istemedim. Hava süper, herkes kendi aleminde, deniz, güneş, plaj, tam yazlık havasında. Yılın 12 ayını bu şekilde geçirdiğimi düşünemiyorum. İstanbul’daki stresi düşününce baya bir ömrümüz uzar dedim, tam emekli olunca git yerleş cinsinden. Listeye almadım değilJ Akşamları ise downtown oldukça hareketli, her yer kafe, bar ve restaurant. Canınız ne istiyorsa var anlayacağınız. Ben olsam oyumu Meksika mutfağından yana kullanırdım, tam sınırında olduğu için gerçek Meksika  lezzetlerini tadına varabilirsiniz. Gündüz plaj dışında ne yapalım derseniz San Diego Zoo ya da Sea World harika bir tercih olabilir. Her ikisi de oldukça büyük olduğundan gezmek için ayrı birer gün ayırmak mantıklı olacaktır.
4. Gün Las Vegas:

San Diego’nun ardından tam yol ileri Las Vegas. Şehre girişinizi hava karardıktan sonraya denk getirirseniz daha da etkileyici oluyor. Tüm o şaşalı otellerin aydınlığı ışık hüzmesi yaratıyor resmen ve Aman Tanrım ne şahane bir yere geldim diyorsunuz. Popüler anlamlarının hakkını veriyor “Günahlar ya da Casino’lar şehri” Vegas. SD – LV arası araba ile tam 5 saat sürüyor. Yolun ilk yarısı restaurant ve benzincilerle dolu fakat son 2.5 saatlik yarısında çöle giriş yaptığınızdan mide ve araç deponuzun dolu olduğundan emin olmalısınız. Bu arada yolda durup aa ne tatlı bir kirpi vs gibi özçekim ya da doğa çekimi yapmaya kalkmayın, ani yılan sokmaları öldürücü olabiliyormuş. Las Vegas’a araba ile gidiyoruz dediğimde sık ziyaret eden arkadaşlarımdan ilk duyduğum ikaz bu olmuştu. 
Las Vegas gerçekten 24 saat uyumayan şehir tanımının hakkını veriyor, her otelin giriş katı Casino ve giriş ücretsiz, hatta sorgusuz sualsiz. Bol bol para yatırın diye olayı oldukça basit tutmuşlar. Yüksek tutarda oynamak isteyenler için özel odalar da var, tercih sizin. Ben ve eşim çok kumar tutkunu olmadığımız için sabaha kadar oynayanları hayretle izlemedik değil ama o da farklı bir tutku tabii. Ne yapılır Vegas’ta derseniz valla 5 gün kalsanız sıkılmazsınız diyebilirim.
5. Gün Las Vegas:
Vegas’ta ilk günümüzdeki hedefimiz tabiki Strip’e 10 km uzaklıkta bulunan Premium outlet oldu, iyki de gitmişiz çünkü hem çok uygun hem de oldukça fazla markayı içinde barındıran bir yerdi.  Şehirdeki alışveriş merkezlerine para bayılmadan ilk durağınız burası olsun. Akşam bitap bir halde olsakda yine önceden bilet aldığımız “O” şov’a gittik. İnanın bana 2 saat nefes almadan seyrettim, Vegas’a her gittiğinizde farklı bir şov’a gitmenizi öneririm, şov’lar ucuz değil, özellikle “O” en pahalılarından biri ama son kuruşuna kadar değer. Sahnedekilerin insan olduğuna inanmak zor,  canlı bir Avatar filmi gibi, insanları yerde nadiren görüyorsunuz. Diğer popüler şovlar Cirque du Soleil içerikli  “K”, “La Reve”, “Mystere”.  Bunların dışında popüler sanatçıların konserleri oluyor, biz ordayken Celine Dion konseri vardı örneğin. David Caperfield’i canlı sahnede izlemek isterseniz o da mevcut.  Kararsız kaldım derseniz daha detaylı program bilgisi için linki inceleyebilirsiniz. http://www.ticketmaster.com/lasvegas
Akşam yemeğimizi o gün heryere aynı anda yetişmeye çalıştığımızdan “O” şov’un sergilendiği Bellagio otelinin büfesinde yedik.
6. Gün Las Vegas:
Sabah uyandığınızda ilk iş şöyle kalkıp camdan bir bakın, ben nereye geldim diye. Odanızı strip manzaralı aldı iseniz tüm dev oteller gözünüzün önüne seriliyor adeta. Kendinizi bir an önce dışarı atıp gezmeye hangisinden başlayacağınıza karar vermeniz yeterli. Vegas’ta konaklamak için uygun fiyatlı yer arayışı içindeyseniz Monte Carlo ya da MGM, orta fiyat skalası için Paris, Cosmopolitan ve Aria otel, çok lüks derseniz de önerilerim arasında Bellagio, Wynn ya da Encore Wynn bulunabilir. (sadece Wynn otellerinin Vegas Strip’den biraz uzak konumlandığı aklınızda bulunsun). Nerede kalırsanız kalın odanızı strip manzaralı almaya çalışın ve kendinize bir rota çizip ne zaman hangi oteli gezeceğinize karar verin. Neredeyse her otelin içinde alışveriş merkezi var. Özellikle lüks markalara doyacaksınız, sayamayacağınız kadar çok Louis Vuitton, Gucci, Prada ve Hermes mağazası görmeniz mümkün.
Paris Hotel

Bellagio Hotel


Otellerde kahvaltı dahil olmadığından strip’de ya da otellerin içinde bulunan cafelerde kahvaltı edebilirsiniz ya da size önerim kişi başı belirli bir para ödeyip beğendiğiniz otelin açık büfe kahvaltısına gidin. Wynn ve Aria’nın açık büfesi oldukça göz doyurucu, otel müşterisi olmasanız da dışardan giriş yapmanız mümkün.  Amerikalılar gibi şöyle hem gözünüze hem de midenize hitap eden doyurucu bir kahvaltı edin. Büfeler oldukça tatmin edici, yemek komasına girmeyin yeterJ Kahvaltı tıka basa yenildiği için öğlenleri hafif geçirip akşam ünlü şef restaurantlarına gidebilirsiniz. Bu akşam bir telaş halinde olmadığımızdan tercihimiz Paris Otel’in içindeki Gordon Ramsay restaurant oldu. http://www.parislasvegas.com/restaurants/gordon-ramsay-steak.html
Sunumlar harika, özellikle rib eye oldukça doyurucu, yanına ek olarak ızgara mantar, sote ıspanak ve tereyağlı patates söylemenizi tavsiye ederim. Hepsi  birbirinden lezziz. İlla şarap içmek istemezseniz harika bira seçenekleri de mevcut.



7. Gün Las Vegas:
Gün içinde otel ve alışveriş merkezi gezmeye devam.  Büyük ve en meşhur otelleri gezmeyi akşamlara bırakın, ışıklandırdıklarında daha da göz alıcı oluyorlar. Özellikle Bellagio’nun su show’unu “Fountains of Bellagio” mutlaka izleyin, ücretsizJ
Bu sabah güne açık büfe yerine kendi otelimizin içinde bulunan bir kafede daha hafif bir sandviç ve kahve ile başladık. Öğlen otel turumuz sırasında Ceasars Palace otelinin içinde Cheesecake Factory’e rastladık, Amerika’ya gelmişken cheesecake yemeden olmaz diyerek öncelikle yemeğimizi ardından oreo cheesecake ve kahvemizin tadına vardık.  Akşam ise Encore Wynn otelin içinde bulunan Frank Sinatra restaurant’ına gittik, hayatımda yediğim en iyi truf mantaralı makarnayı yedim, eşim kendi yediği somona da hayran kaldı. Ben sizin yerinizde olsam hazır bu kadar yol gelmişken özellikle akşam yemeklerinde kendime kıyak geçer ve şık restaurantlara giderdim, biz bu kararımızdan hiç pişman olmadık. Ne de olsa Istanbul'da hergünümüz ünlü şef restaurantlarında geçmiyor. Çıkışında da belki kumarhanede şansınızı denersiniz, ya tutarsa değil miJ

Farklı önerebileceğim restrauntlar ekte yer alıyor.
Bellagio otelinin içinde bulunan Fransiz Restaurantı:  http://www.lecirque.com/index  Herşeyden biraz biraz tatmak isterseniz tasting menü iyi br seçim olabilir.

Encore Wynn otelinin içindebulunan Çin Restaurantı: http://www.wynnlasvegas.com/Restaurants/CasualDining/Wazuzu

Bellagio’nun içinde bulunan İtalyan: Olivies https://www.bellagio.com/files/restaurants/menu-olives-dinner.pdf

Magianno's da harika bir İtalyan restaurant'ı. Wynn otelin yakınındaki alışveriş merkezinin içinde bulunuyor. Yemek porsiyonları dev ve tam layığı ile güzel bir İtalyan.

Bunların dışında kalan seçenekler için otelinizin concierge’ına danışabilirsiniz ya da odanızda bulunan Las Vegas Rehberi dergisini inceleyebilirsiniz.

8. Gün Las Vegas:
Las Vegas’a kadar gelmişken Grand Canyon’u görmeden gelmem diyenler mutlaka kaldıkları otelin concierge’i ile konuşsunlar. Helikopter  ya da otobüs ile gitmek mümkün. Araba kiralayıp kendiniz de gidebilirsiniz, sanırım araç yolculuğu tek yön için 4 saat kadar sürüyor, helikopter ise  1saatte varıyor, helikopter turu kişi başı 500 dolar. Bütçenize göre karar sizin. Biz Temmuz ayında Vegas’da olduğumuz için sıcaklık gündüzleri 45 derece idi, o nedenle Grand Canyon turunu bir sonraki ziyaretimize bıraktık. Bugün ne yaptık derseniz kendi konakladığımız otelin havuzunda ½ gün kadar havuz keyfi yaptık. Ballagio ve Wynn otelin havuzları da oldukça keyifli görünüyordu.  Haftasonları birçok otelin havuzunda DJ eşliğinde yüksek volümlü ve oldukça samimi bir şekilde havuzda dans edebileceğiniz partiler oluyor. Girmeyi düşünüyorsanız günlerini önceden araştırın.

Buarada atlamadan Las Vegas’a kadar gelmişken mutlaka gece klubüne de gidin. Bellagio’nun içinde bulunan The Bank ve Encore’daki XS Club oldukça havalı ve eğlenceli yerler.  Bu arada striptiz klüp ve şovları da var, ilgi alanınız içinde ise listenize eklenebilir.

Filmlerde gördüğünüz nikah  çılgınlığını gerçekleştirmek isterseniz neredeyse büyük otellerin çoğunda evlilik odası var. “Wedding Chaphel” olarak geçiyor, hazır gelmişken bir delilik yapmak isterseniz diye atlamıyım dedim. Biz evli olmamıza rağmen aklımızdan geçmedi değil.

8. günün gecesinde atladık uçağa ve New York’a geçtik, dönüş yolumuz 9 saate inecek diye sevinmedim değil.

9. Gün New York:
Uçağımız sabahın köründe (07:00 civarı) New York’a vardı. Taksiye atladığımız gibi kendimizi Manhattan’a attık. New York’da eşimin çok yakın bir arkadaşının evinde kaldık. Ev konum itibariyle tam benlikti, 5th Avenue’nun üzerinde  ideal alışveriş çılgınlığı konsepitine uygunJ. Eşim çok da memun oldu diyemem ama tatilimizin dönüş rotası olarak New York’u şeçmemizin asıl nedeni onun üniversite arkadaşları ile bir araya gelmekti,  gündüzleri  genelde başbaşa akşamları ise kalabalık gruplar halinde New York’un tadını çıkardık 4 gün boyunca. New York Batı Amerika tarafına dahil olmadığından bu muhteşem şehre ayrı bir yazımda deyineceğim.

Sizlere Las Angles, San Diego ve Las Vegas’ı oldukça detaylı anlatmaya çalıştım. Umarım yazdıklarım herzamanki gibi cep rehberiniz olmaya devam eder. Sağlıkla kalın ve bu rotaya hayatınızın bir bölümünde mutlaka zaman ayırın.


21 Ağustos 2014 Perşembe

La Vie En Rose, Yeniköy

Yeniköy'de sempatik döşenmiş bir Fransız cafe'si La Vie En Rose "Güllerin İçinde Hayat".
Tamam deniz kenarında değil ama arka bahçesi keyifli. Özellikle Cuma ve Cumartesi günleri saat 21:00'den sonra çok keyifli müzik çalınıyor. Yemeklerini denedik off off ne lezziz diyemem ama tatlılar harika görünüyordu. Diyetde olduğunuz bir dönemde asla önünden bile geçmenizi tavsiye etmem, o tatlı dolabı gerçekten insanın aklını başından alıyor. Sıcak tavada hazırlanan cikolatalı dondurmalı ılık kek oldukça lezziz. Menüdeki adı ile Sizzling Brownie. Daha birçok pasta, cup cake ve tart mevcut. Her gittiğinizde farklı biri denenebilir.


Şarap menüsü çok zengin değil ama lezzetli kokteylleri var. Zencefil & limon votkasının farklı baskın bir tadı vardı örneğin.
Fiyatlar çok uygun diyemem, salatalar 25-35, ana yemekler 25-45 arası değişiyor, hadi bu fiyatlara birçok kafe'den gözümüz aşina fakat tatlı ve pasta fiyatları pahalı. Size yukarda bahsettiğim kek 27 TL örneğin. Cup cake'ler 10 TL civarı, çilekli ve çikolatalı özel pastaların dilimi ise 15-25 arası değişiklik gösteriyor.  Bu arada Amerika'nın ünlü cheesecake factory'sindeki oreolu cheesecake lezzetini burada bulmanız mümkün, ben denemedim ama uzaktan beni de ye diyordu.
Yine de ortaya bir tane söyleyip paylaşmanızı tavsiye ederim, aksi taktirde tatlı komasına girebilirisniz.



Bana sorarsanız kahve ve tatlı keyfi yapmak için daha uygun bir mekan. Bu arada unutmadan ev limonatası da lezzetli ve göz doyurucu idi.


Adres: Köybaşı Caddesi, no:80 (Yeniköy sahilde bulunan Özsüt'ün hemen yanıbaşında)
Tel: 0212- 223-23-82

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Fosil, Karaköy



İstanbul’u bu kez de Karaköy’ün teraslarından seyre dalmak isterseniz Fosil bir tercih olabilir.

Menüsü klasik bir cafe menüsünden farksız, şu yemeği de yedim harikaydı, tadı damağımda kaldı diyebileceğim bir lezzet olmadı açıkçası. Eşimin doğumgünü sebebiyle kalabalık gittiğimizden dolayı herkes farklı şeyler yedi ve bol bol yorum yapıldı yemekler üzerine. Bira severler için hem göze hem de mideye hitap eden hamburger menüsü oldukça uyumlu bir ikili gibi.

Bu mekan için farklı farklı yorumlar duymak mümkün. Seveni bayılıyor, sevmeyen de ayy hiç tarzım değildi diye ayrılıyor Fosil’den. Saat 22:00’den sonra masalar kalkıyor ve mekan klüb’e dönüşüyor. 70 ve 80’lerin rock şarkıları ile çoşabiliyorsunuz ama müzik birden yüksek volumlu girdiği için önceden biraz alkol almanızda fayda varJ ara ara günümüz Türkçe rock’larından Manga, Duman vs de çalınca deymeğin mekandakilerin keyfine. Herkes zıp zıp, yerinde duramıyor. Kasıntı bir mekan değil anlayacağınız.  İçki fiyatları İstanbul’daki birçok gece klubüne nazaran daha uygun.

Önceden yemek için rezervasyon yapıp gitmediyseniz vay halinize. New York’daki barlardan bir farkı yok, saat 23:00'den sonra bar sırası Karaköy Güllüoğlu’nun oralara kadar ulaşıyor. Biz doğumgünü için gelmiş olmamıza rağmen yemek sonrası aramıza katılacak arkadaşlarımızı 23:30 civarı içeriye alamadık biraz can sıkıcı olmadı değil.


Mekandaki shot’lar mutlaka denenmeli. Oldukça farklı shot seçenekleri mevcut. Bu arada dekorasyonu oldukça hip. Özellikle de ekteki aydınlatma oldukça ilgimi çekmişti.



Özet olarak yemeğe değil 22:00’den sonra barına gidin derim. İçerisi hınca hınç dolmadan kendinizi kapıdan içeri atarsanız şanslısınız. Özellikle manzara için gidecek olanların yemek rezervasyonu yapması gerekir. 


21 Temmuz 2014 Pazartesi

Shake Shack Hamburger

New York’un en ünlü hamburgercisi  Shake Shack artık Anadolu yakasında. Taksim Tünel ve İstinye Park’dan  sonra Acıbadem’de bulunan Akasya alışveriş merkezinin içine de açılmış. Taksime son 2 gittiğimde de niyetlendim ama bir türlü oturup tadına bakmak kısmet olmamıştı. Geçenlerde Akasya şubesinde denedim sonunda.


Hizmet self servis olmasına rağmen, dekorasyonu oldukça modern bir cafe tadında. Alışılagelmiş hamburgerciler gibi değil. Dükkandan içeri girer girmez garsonlar size menü uzatıyor, sırada beklerken bir yandan ne yiyeceğinize karar veriyorsunuz. Kasada siparişinizi verdikten sonra siparişin hazır olduğunu anlamanız ve sırada ayakta beklememeniz için size bir kumanda veriyorlar. Masanıza oturup 5-7 dk kadar bekledikten sonra kumandanızın ışıkları yanıyor ve hamburgerlerinize doğru yola koyuluyorsunuz. Bu gidişimizde shake shack hamburger ile normal hamburgeri denedik. Patates kızartmaları ise cheddar peyniri eritilmiş ve sade olarak yer alıyor menüde. Ben kalori olayını daha da abartmamak için bildiğimiz usül sade patates siparis ettim. 

Bizim Türklerde klasiktir ya yeni bir kafe ya da restaurant’a ilk defa gittiyseniz  yandaki ne yiyor acaba diye şöyle bir göz ucuyla kesersiniz. Bende öyle yaptım acaba biz en iyisini mi yiyoruz yoksa daha farklı birşeyler varmı diye, mantarlı etli bir hamburgerleri varmış, aklım kalmadı değil çünkü açıkcası kendi yediğimden yani Shake Shack hamburger’den çok da tatmin olmadım. Tabiki bir McDonald’s ya da Burger King ile kıyaslamam ama çok daha iyi ve farklı hamburgerler yedim İstanbul’da. Daha öncelerde yazdığım Balboa Burger ve The Hunger'ın hamburgerleri ve farklı seçenekleri hem mideye hem de göze hitap eden türden. 1 kola 2 standart hamburger ve peynirsiz patates kızartması 35 TL. Evet mekan dekorasyon ve tarz anlamında klasik büfe hamburgerinden farklı ama çok arada kalmış. Yine en fazla 20 dk’da yemeğinizi yiyip kalkıyorsunuz. Mantarlı olanını sırf meraktan deneyeceğim. Sizlere de mutlaka yazarım. 

Neymiş şu New York’un en ünlü hamburgercisi diyenler deneyebilir...

Siparişinizi verdikten sonra size menünüzün hazır olduğunu bildiren kumanda

1 Temmuz 2014 Salı

Mana, Karaköy

Çeşit çeşit rakılar, tam yanına layık mezeler... 

En kral meze bile olsa muabbetsiz rakı içilmez, ya içicen neşelenicen, ya kederlenicen, ya memleketi kurtaracan, ya eski sevgiline sövücen ya da adı gibi aslan kesilecen. Ne değişik bir içkidir bu rakı başka alkollü içeceğin yaptırmadığı herşeyi yaptırır size, dilini çözdürür insanın. İçinizde ne var ne yok dökersiniz masaya. Hatta bazen kafa güzelse hiç dökmek istemediğiniz taşlarda masada yerini bulur. O yüzden boşa dememişler rakı masasına oturtacağın adam çok önemlidir öyle her önüne gelenle rakı sofrasına oturulmaz diye. Gerçek dostlarla güzeldir rakı sofrası, mezeler daha da bir lezzetlenir muabbet derinleştikçe. Bazen mezeye bile gerek yoktur bir tabak söğüş, bir tabak kavun peynir yeter de artar bile. Bunlar geri gelmez zamanlardır, acıyı bile paylaşsanız keyiflidir dostlarla olmak. Biz de Mana’ya kalabalık çok yakın arkaşadaşlarımızla gittik, aynen yukarda da dediğim gibi rakıyı içtikçe neşelendik. Değmeyin keyfimize, haydi şerefe diye kadehler kalktı havaya. Kah sağlığa, kah dostluğa içildi. Kendi içimizde ufak kutlamalar da yok değildi.

Gelelim Mana’ya; menüde o kadar çok rakı çeşidi vardı ki, yukardaki giriş paragrafına esinlenmem bu yüzden. Servis 10 numara, mezeler oldukça lezzetli, fondaki Zeki Müren ve Müzzeyen Senar sizi eskilere götürüyor. Rakılara diyecek yok özellikle Beylerbeyi Göbek Rakısı ve Saki Rakı’yı denemenizi tavsiye ederim.

Sıcak yemekde çok seçenek yok o nedenle bol bol meze sipariş edin rakınızın yanına. İnanın pişman olmayacaksınız. Sıcak yemek olarak da lokum'u (et) önerebilirim, tam da adı gibi pişmişti. Servis yapan arkadaşlar menüdeki rakılar hakkında oldukça bilgili, size seçtiğiniz rakının tarihçesini anlatıyorlar adeta. Sofraya oturur oturmaz 3 çeşit rakı bardağı geliyor, siz içinden seçiyorsunuz geceye hangi bardakla devam etmek istediğinizi. Yanında gelen beyaz leblebi de cabasi. Direkt Atatürk’ü çağrıştırıyor, mekanda Ata bardağı da mevcut.

Modern meyhanenin hakkını vermiş bir mekan. Artık yaz geldiği için dışarda yer bulmak zor çünkü toplasanız 10 masası var, gitmeden 2 hafta önce aramanızı tavsiye ederim. Pazartesi günleri mekan kapalı.

Adres: Kemakeş Mah, Rıhtım Cad. Fransız Geçidi, No:53/8 Beyoğlu İstanbul

Tel: 0212-293-0993
40'a yakın rakı çeşidi
Rakının yanına layık meze ve ara sıcaklar
Top Mücver & Peynirli roka salata
Muhammara & Lakerda
Dolma
Pırasa Köfte

18 Haziran 2014 Çarşamba

Litera



İstanbul’un güzelliklerine tepeden hakim olmak isterseniz Litera doğru adres olabilir. Haliç’ten adalara kadar oldukça geniş bir görüş açısına sahip. Sunduğu manzaraya ve hizmete karşılık fiyatlar ideal.

Yemek menüsü sıradan bir kafe menüsü tadında, o nedenle ısrarla tadın diyebileceğim bir lezzet yok aslında. Akşam 23:00 gibi müzüğin sesi hızlanıyor ve masalar kalkıp mekan club’e dönüşüyor. Bu hafta sonu yurtdışında yaşayan bir arkadaşımızın doğumgünü partisi için gittik mekana. Girince hemen solda kalan teras alanını onun organizasyonuna özel ayırmışlardı. Kanepeler ve ara atıştırmalıklar fena sayılmazdı.  Yazın doğumgünü olanlar için ideal bir seçim bence. Yaklaşık 40 kişiye kadar o alanı kapatmak mümkün, aklınızda bulunsun. İlla doğumgünü değil manzara eşliğinde sevgilinizle ya da eşinizle başbaşa romantik takılmak isterseniz de Litera uygun bir adres olabilir. Gecenin ilerleyen saatlerinde içeri tarafa geçerek (tepesi yine açık) müziğin sesine daha da hakim bir şekilde çoşmak mümkün. DJ ortamı şenlendirmek adına birkaç tane daha Türkçe şarkı çalabilir, gece boyu toplam 2 şarkı çalarak tadını damağımızda bıraktı.

Litera’ya bu kış yine başka bir arkadaşımızın doğumgünü için gitmiştik ama yazın tadı gerçekten başkaymış. Fazla söze gerek yok, bir kadeh şarap ve peynir tabağı eşliğinde eşsiz İstanbul’un tadını çıkarmak için güzel bir seçim.
Araba ile geliyorsanız Galatasaray otoparkına arabanızı park edebilirsiniz.
Doğumgününden bir kare

Adres: Yeni Çarşı Cad. No:32 Beyoğlu İstanbul
Tel: 0212-292- 8947
http://www.literarestaurant.com/

16 Haziran 2014 Pazartesi

Riga, Letonya



Letonya'nın başkenti, Baltık bölgesinin de en büyük şehri Riga. Nüfusu 800,000 kişi kadar. Gidip gezdiğinizde o kadar az insan yaşadığını bir çırpıda fark edeceksiniz. Benim gibi 4 gün kalırsanız ve genelde de eski şehir diye adlandırdıkları "old town"'da takılırsanız bir gördüğünüz kişiyi tekrar görüp memleketinizdeki gibi yüzünüzde bir gülümseme ifadesi belirmesi an meselesi.




Riga şirin mi şirin ufak bir şehir, tarihi dokusuna ve binaların dizaynına diyecek söz yok. Birleşmiş Milletler tarafından neden Dünya Miras listesine alındığını anlamak zor değil. Dediğim gibi ufak bir şehir ve heryeri yürüyerek aslında 2 günde gezmeniz mümkün. Gezilecek yerleri aşağıdaki şekilde gruplayabiliriz.
1. Eski şehir: Lokantalar ve tarihi binalar çoğunlukla bu alanda, aynı zamanda modern alışveriş merkezlerini de içinde bulunduruyor.
2. Güzel ve tarih dokunuşlarla günümüze uyarlanmış binalara meraklı iseniz Art Nouveau mahallesini gezmek de bir seçenek olabilir.
3. Taksi ya da otobüs gibi toplu taşıma aracı ile biraz şehrin dışına çıkıldığında ise villa tipi bahçeli evleri görmek mümkün. Bazı mahallelerdeki evler daha zengin dururken bazıları ise oldukça gelişmesi gereken ve bakım isteyen bir haldeler.
Özgürlük Anıtı "Milda"

Şehre hayran kalmak için kendinizi Özgürlük Anıtını "Milda" önüne atın ve otelinizin lobisinden alacağınız haritanız elinizde dolaşmaya başlayın. Opera binası, Ortadoks Katedrali, İşgal Müzesi, St. Peter kilisesi ve daha nicesi.
Heryer yemyeşil, tavsiyem eski şehri dolaşırken ara ara da kendinizi şehrin tam göbeğinde bulunan parkalara atmanız. Daha geçen ay gittim yani Mayıs 13 civarıydı ve hava durumu 5 derecelere kadar düşüyordu akşamları. Gündüzler ise ortalama 10-15 derece civarı. Istanbul'un Mayıs'ına aldanıp da giderseniz donarsınız söyleyeyim. Ben atkı, bere, mont, bot ne var ne yok iyki götürmüşüm.


Riga'daki mazaraya birde tepeden hakim olayım, ne var ne yok diyorsanız Radisson otelinin 26. katında bulunan bara çıkabilirsiniz. Mekan kapalı olduğu için biz birşeyler içmek yerine fotoğraf çekip ayrıldık. O kadar yüksek olmasada yine iyi bir manzara yakalabileceğiniz Galeria adlı alışveriş merkezinin 7. katında açık hava terası bulunan cafe'de aperatifinizi alıp, manzaranında tadını çıkarabilirisniz. Güneşi batırabilirsiniz diyemiyorum çünkü gün 21:30'dan önce kararmıyor. Hatta zifiri karanlığı sadece akşam 23:00 civarı gördük desem yalan söylemiş olmam. Bu arada havada sabaha karşı 4:20 civarı aydınlanıyor. Benim gibi gün ışığı hayranı biri için birebir ama makul bir saatte gün batımını izlemeyi de özlemedim değil orda bulunduğum zaman içinde.
Her yer park



Biz Daugava nehrinin hemen kıyısında Radisson otelde kaldık, hem old town'a çok yakın hem de manzara çok güzel. Özellikle açık büfe kahvaltısı yemeğe doyamayacağınız cinsten. Old town tarafında da çok fazla otel var ama biraz eli yüzü düzgün olsun, odaların içi de rahat nefes alacak kadar geniş olsun diyorsanız fiyatlar yükseldikçe yükseliyor. Gecesi 1500 dolara bile otel odası var.

Esfane haline gelmiş bir sözüde söylemeden geçemeyeceğim. Letonya'nın kızlarının güzelliği dillere destan derlermiş, biz eşimle o destansı güzelliklerden oldukça nadir gördük, gerçi beyaz ten ve sarı saçlı olmaları kesinlikle iç açıcı.
Rengarenk Salyongozlar Heryerde

Yapmadan dönmeyin diyeceğim şeyler:
Bol bol bira için, özellikle draft biraları çok lezzetli.



3 nazi adlı şef restaurant'ında yemek yiyin.

Operaya bilet alın ve opera binasına girdiğinizde havasını bol bol içine çekin.
Daugava nehri kenarında yürüyüş yapın hatta vaktiniz olursa tekne ile nehir gezisine çıkın.

Riga sizi 3-4 gün ağarlamak için oldukça keyifli bir şehir. Yolunuz düşerse diye gördüklerim cep rehberiniz olsun.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...