Etiketler

29 Mayıs 2012 Salı

Adriyatik'de Gizli Cennet - HVAR


5 kız çıkığımız eğlenceli Dubrovnik seyehatimizin son rotası olan Hvar’dan bahsetmek istiyorum sizlere.  9 günlük tatilimiz boyunca 5 farklı yer gördük ama en çok kalbimi çalan yer burası oldu diyebilirim. Fırsat buldukça diğer yerler hakkında da yazacağım. Denizinin rengi, orta çağ kalıntıları taşıyan taş evleri ve limanı adaya ayak bastığınız andan itibaren sizi kendine çekmeyi başarıyor.
Dünya jet sosyetesinin uğrak yeri olduğunu düşünürsek manzaradan ve şıklıktan bahsetmeye hiç gerek yok sanırım. Mimari o kadar doğal ve bozulmamış ki nereye otursanız kendinizi hep bir şeyleri seyrederken buluyorsunuz.
Öncelikle adaya nasıl geldiğimizden bahsedeyim. Dubrovnik’den kiralamış olduğumuz arabamızla önce Split’e doğru yol aldık. Oradan feribota binerek Stari Grad’a vardık. Asıl macera oradan sonra başlıyor. Haritan bakınca yakın gibi görünen Hvar adasına o dar ve virajlı yollarını geçerken inanın bana ter döküyorsunuz. O kadar dar ki karşıdan bir araba geldiğinde bir yanınız uçurum ve bazı dönemeçler de karşıdan geleni beklemeden geçit vermeyen bir alan. Zorda olsa yokuşu inip Hvar’a vardığınızda sizi öyle bir manzara karşılıyor ki, tüm o yol stresini atmanız en fazla 5 dakikanızı alıyor.
Adanın mottosu “ Günde 4 saatten fazla yağmur olursa oda ücretinin yarısı, kar yağar ise ücret talep edilmez”. Bunu duyunca gülmeye başlıyoruz, yağmurda da denizde yüzmek fena olmazdı diye geçmiyor değil aklımızdan, çünkü henüz oteller ve fiyatları hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Dar ara sokaklardan geçtikten sonra limana indiğimizde süper lüks yelkenliler ve rüya kasabadaki taştan butik oteller karşılıyor bizi. Önce karnımızı doyurup sonrasında otel arayışı yapmaya karar veriyoruz. Sahil boyu birçok kafe ve restaurant’dan beğendiğinizde yemek yiyebilirsiniz. Seçenekler oldukça fazla. Soğuk biralarımız eşliğinde pizza şahane diyerek yumuluyoruz yemeklere. O sırada adanın yerlilerinden ada hakkında bilgi edinmeyi de eksik etmiyoruz. Bize madem 5 kişisiz o zaman apartman kiralayın diyorlar. Ada genç turistlerin uğrak yeri olduğu için apartman kiralamak oldukça yaygın bir durum. Tanıdıkları bir bayanı çağırıp bize yardımcı oluyorlar. Bayan önde biz arkada dar sokaklardan geçerek merkeze çok yakın 3 katlı bir apart’a geliyoruz. Bayan burada kalabileceğimizi ve 3 odası bulunan o katı bize tahsis edebileceğini söylüyor. Ev oldukça temiz ve ne ararsanız var. Mutfak, banyo, tertemiz havlular, hatta keyif yapmaya vakit bulursanız şezlonglu bir terası bile mevcut. Asla öyle başkasının evinde ya da bir hostel’de kalıyorsunuz hissiyatı yok (daha önce hiç hostel’de kalmadım bu arada ama olsunJ Kişi başı 20 – 25 euro civarı bir paraya biz o katı kiralıyoruz ve hemen yerleşip bir an önce adanın tadını çıkarmak istiyoruz. Yerleş vs derken akşamüstünü de biraz geçiyor bizim hazırlanmamız. Akşam yemeği için yine merkezde bulunan bir balık lokantasına gidiyoruz. Fiyatlar Türkiye ile kıyas kabul etmez. Çok lezzetli balık ve midyeleri oldukça uygun fiyata tüketebiliyorsunuz. Şarapları da hiç fena sayılmaz, alkol oranı bizim Türk şaraplarına göre biraz daha yüksek.
Yemek sonrasında Kiva bar diye bir bara gidiyoruz. Dar bir caddede turist istilasına uğramış. Genelde yelkenli tekneleriyle gelmiş olan ya da bu spora gönül vermiş kişilerle dolu içerisi. Bizde koca bardaklardaki ya da bildiğimiz kumda oynanan kovalarla servis yapılan koktelylerden alıyoruz elimize. Adanın asıl eğlence mekanı Carpe Diem ama hayat orda erken başlamadığından tabiri caiz ise Kiva barda demlenmeye devam ediyoruz. Sonrasında bir akım halinde Carpe Diem macerası başlıyor, aslında manzara, eğlence ve kalabalık açısından bizim Reina, Sortie’yi aratmayacak bir yer. Buranın asıl espirisi hafta sonları klübün önünden kalkan motorlarla yine klübün işlettiği plaja gidip partiye orada devam etmek. Perşembe gecesi olduğu için biz ada turuna katılamadık ne yazık ki.
Alışveriş tutkunları için merkezin arka sokaklarında ufak tefek butikler var. Adaya özgü hediyelik eşyalar, magnetler vs almak için değişik olabilir. Onun dışında kıyafet satan yerler de var ama Türkiye’de bulunur cinsten şeyler sattıkları için biz çok ilgilenmedik açıkçası.
Ertesi gün havanın güzel olabileceğini düşünerek bir tekne turu ayarlıyoruz, amacımız yakındaki adalara giderek buranın tadını iki katına çıkarmak, fakat sabah uyandığımızda hiç de düşlediğimiz gibi olmuyor oldukça bulutlu bir havaya uyanıyoruz. Bizde kendimizi bu güzelim adayı keşfe adıyoruz. Güne liman manzaralı güzel bir kahvaltı ve kahve keyfi yaparak başladıktan sonra her yeri saran lavanta kokuları eşliğinde adada yürünmedik yer bırakmıyoruz. Kilise, dar sokaklar, meydanda kurulan kermes misali tezgahlar. Her birinden ufak tefek de olsa bir şeyler satın alıyoruz. Döndüğümüzde bize bu güzellikleri hatırlatacak bir şeyler mutlaka bulunmalı etrafta.
The Golden Shell restaurant adanın yerlileri tarafından tavsiye edilen gurme bir restaurant ama zaman kısıtlı olduğu için gitme için fırsatımız olmadı. Merak edenler için ada deniz ürünlerinin yanı sıra incir soslu tavşan ve fıstık sosunda patatesli tavşan yemekleri ile ünlü.
 Burada geçirecek birkaç günümüz daha olsa idi size plajlar ve o güzel koylarla ilgili de bilgi vermek isterdim ama ne yazık ki o kısmını araştırmak size kaldı. Mutlaka bir daha giderim dediğim bir yer olduğu için bir sonraki seferimi de bekleyebilirsiniz öneriler için.
PS: Adaya bizim gibi arabayla yolculuk yapacak iseniz dönüş yolunda satılan lavanta balından mutlaka almanızı tavsiye ederim.
Ha birde bu arada dünya jet set’i buraya bizim geldiğimiz dar yoldan değil kendi yelkenlileri ile gelmeyi tercih ediyormuş. Biz yol boyunca bu konuyu baya bir tartışmıştık, edindiğimiz bilgilere göre Dubrovnik’den haftanın belirli günleri direkt feribot varmış, merak edenlere duyurulurJ


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...