Etiketler

11 Kasım 2013 Pazartesi

Hayat dediğin bir koşturma


Dünya'ya gelişimizle birlikte koşturmamız hiç bitmiyor... Nasıl mı?

Ilk yaşam çığlığı, emekleme, sonra hayata ilk adımlar

Yuva, ilkokul, lise ve üniversiteyi bitirme çabası. Yani etiketlenme hali...

Arzu eden hazır gazı almışken yıldızları full'leyip master ve doktoraya

Kep töreninin hemen ardından iş bulma heyecanı

İlk iş yeri, ilk patron, ilk deneyimler, yani gerçek debelenmeler

Baba evi ne rahatmış, ekmek elden su gölden geyikleri

Elimiz biraz ekmek tuttu mu aile kurma isteği

O da oldu mu, resim tamamlansın çocuğu da yapalım
(dünya'da yapmamız gerek en doğru koşturma bence parantez içinde:)

Çocuktan sonra tüm hayat mücadelemizin ikiye katlanması, 
ben görmedim çocuğum görsün çabası











Aklın yatıyorsa bir tane de kardeşi olsun

Onları okula gönderme, mürvetini görme isteği

Emeklilik sonrası bir ohh çekip büyük şehirden kaçma çabası...

Olduysa torunlarla vakit geçirme 
(anneannemin deyimi ile dünyanın en güzel duygusu)


Veeee Tüm bu koşturma sonucu şanlı isen tık diye bir seferde 
hayata veda etme...



İşte böyle hayat, aslında bu kadar basit... Bilmem anlatabildim mi? 

8 Kasım 2013 Cuma

Kardeşimin Hikayesi, Zülfü Livaneli


Kitabın arkasını çevirdiğinizde gördüğünüz ilk ve tek cümle;“Aşk bir uçurum kenarında gözü bağlı yürümektir" .
Cümleyi okur okumaz aşk ne kadar derine inebilir ki diye düşünmeye başladım ve kafamda konu için bir aşk hiyasinin ağdalı anlatımı diye düşündüm. Tamamen yanılmışım, ne yalan söyleyeyim bu kadar iyisini beklemiyodum.  Livane'linin kalemini seviyorum, Serenad'da oldukça güzeldi ama bu kitabın özellikle sonuna doğru heyecanlanması elinizden bırakamamanıza sebep oluyor.

Aslında anlatılan bir aşk hikayesinden çok "karasevda". İnsan duyguları içerisinde en tehlikeli ve güçlü olanı. Sevginin, aşkın, tutkunun ötesinde bir boyut. Onsuz olamama, hiçbir koşulda vazgeçmeme, onsuz nefes alamama hali, kısaca bir insanın öteki insan için kendini körü kürüne mahfetmesi, tamamen kendinden vazgeçmesi ve idefiks yaptığı seyin arkasından gözü kapalı koşması durumu. Hele bir de karşılıklı değil ise intahar ve cinayete kadar sürüklenme hali.
Evet aşk belki bu dünyada en güzel, en heyecanlı, en kıpır kıpır ve bazen de en can acıtan duygu ama karasevda başka bir boyut. Ne demek istediğimi Zülfü Livaneli’nin yorumu ile kitabı okuyunca çok daha iyi anlayacaksınız.

Roman Karadeniz’in ufak bir köyünde yaşanan cinayet hikayesi ile başlıyor. Ana kahraman kalabalıktan elini eteğini çekmiş, duygularından tamamen arınmış, kendi halinde sakin yaşamayı seçen ama bir okadar da garip davranış ve alışkanlıkları olan bir inşaat mühendisi. Kendince oldukça hedonist bir yaşam sürüyor. Kahramanımızın hikayesi, köyde yaşanan cinayet sonucu hikayeyi araştırmak için köye gelen gazeteci kızla tanışması ile başlıyor, hem kendi hem de kardeşinin hikayesini okuyucuya aktarması ile devam ediyor.

Roman baş karakteri dolayısı ile şizofreniyi bizlere çok olağandışı bir halde anlatıyor. Duygulardan uzak, herşeyi unutarak yaşayan bir insan ama kendi gençliği ve kardeşinin hikayesi an be an aklında. Yaşadıklarından dolayı dokunamama hastalığına kapılmış ve mühendislik yaratıcılığı ile kendisine sarılma makinası yaratmış. Roman özellikle son sayfalara doğru daha da heyecan kazanıyor. Duygularını yitiren bu kişi dudaklaına değen yumuşak bir öpücükle sanki hayata geri dönüyor ve asıl gerçekler o andan sonra gün ışığına çıkıyor. 
İyisimi siz okuyun bakalım benim gibi heyecan duyacak mısınız.








Ağır Ölüm, Pablo Neruda


Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, 
her gün aynı yoldan yürüyenler, 
yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, 
giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, 
tanımadıklarıyla konuşmayanlar. 

Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar, 
beyaz üzerinde siyahı tercih edenler, 
gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine “i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler. 

Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler, 
bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, 
hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler. 

Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar. 

Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, 
kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, 
ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, 
daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, 
bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, 
bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar. 

Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, 
anımsayalım her zaman: 
YAŞIYOR OLMAK YALNIZCA NEFES ALIP VERMEKTEN ÇOK DAHA BÜYÜK BİR ÇABAYI GEREKTİRİR...
Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına. 

Pablo Neruda  

Ağır ağır ölmek yerine tam gaz devam hayatın tadını çıkarmaya ve her günün kıymetini bilmeye!!!

6 Kasım 2013 Çarşamba

Palamutbükü, Datça



Sakin, sessiz, tam kafa dinlemelik! Akşamları denizin dibinde balığınızı yiyip rakınızı yudumlayacağınız,  bol oksijenden neredeyse horozlarla güne başlayacağınız  ve tüm günün uzun uzun keyfini süreceğiniz  bir tatil kasabası arıyor iseniz Palamutbükü doğru adres.

Yolunun uzunluğu konusundaki yorumun pek iç açıcı olamayabilir. Viraj seven bir insan olmadığım için sıklıkla gidermiyim emin değilim ama Marmaris’in, Datça’nın o dön dolan yollarına alışkın tatil severleri çok da etkileyeceğini  sanmam.

Palamütbükünü çevremdeki insanlardan çok duymuş olmama rağmen bir türlü fırsat bulup gidememiştim, bu yaz Haziran’da çok yakın bir arkadaşımın düğünü vesile oldu bizim bu huzur cennetini keşfimize.  Arkadaşım arayıp bizim düğün Palamütbükün’de deyince  oldukça mutlu oldum. Çifte piyango vurmuş oldu. Hem düğünün tadını çıkarıp hem de Palamütbükü’nü görmüş olacaktım.

Bakir ve çok da keşfedilmemiş bir kasaba olduğundan 4 gün konaklamak bence kafi. Daha fazla kalırsanız yapacak çok farklı birşey bulamayabilirsiniz, az kalırsanız da gittiğiniz yola değmez. Ama uzun bir molaya ve kafa dinlemeye itiyacım var derseniz en kaliteli vitaminlerden ve dopinlerden çok daha iyi geleceğine eminim Palamutbükün’de olmanın.


Neyse anlatayım biz nasıl gittik, neler yaptık bu 4 günlük kaçamakta. Perşembe sabahı  en erken uçakla Dalaman’a gittik. Ordan ayarladığımız özel transferle 3 saat sonra kendimizi Palamütbükünde bulduk.  Up uzun bir sahil ve ufak tefek yan yana pansiyonlar var. Kasabanın sonunda ise pansiyonlara nazaran çok daha modern konaklama yeri olan Mavi Beyaz otel çıkıyor karşınıza. Sanki oteli Yunanistan’in bir adasından kapıp gelmişler. Bembeyaz bir yapı ve minik mavi panjurları o kadar sempatik ki. Belli ki keyifle döşenmiş ve özenilmiş. Tahmin edersiniz ki konaklama fiyatı pansiyonlara göre çok daha yüksek. Başbaşa bir tatil için gidiyorsanız bence değer. Buk pansiyon, Tuna pansiyon, Aylin Ahşap Evler, Deniz Apart otel ve birkaçı daha. Ara sokaklarda da pansiyonlar var ama tavsiyem sahil üzerinde olanlarda konaklamanız. Biz Aylin Ahşap Evlerde konakladık. Şirin ahşap evler oldukça temiz, sabahları deniz kenarında yaptığınız serpme kahvaltılar da oldukça keyifli. Tüm gün zaten hiç birşey düşünmeden sahilde uzanmanın keyfine diyecek yok. Bu arada bir tiyo, eğer güne erken başlamayı sevenlerdenseniz kahvaltıdan önce 7 gibi mutlaka denize girin. Gerçekten masmavi bir çarşaf sizi kucaklıyor, hem de yanlızca sizi.
Aylin Ahsap Evler
Mavi Beyaz Otel
Mavi Beyaz Otel
Akşam yemek yiyeceğiniz yerler yine bu pansiyonların restaurantları. Taze balık ve meze, yanında da içeceğiniz,  denize nazır püfür püfür yemek yemek keyifli.  Hele birde ay sizinle ise o tatil, yakamozun şerefine bir kadeh daha içilir. Bu arada etrafta işletme yoğunluğu olmadığından ışık az, bu nedenle gece yapılacak en keyifli şey şezlongların üzerine uzanıp elinizle dokunsanız alabilecekmişsiniz gibi olan yıldızları seyretmeniz. Yüreğinizi aydınlatacağından eminim, kayan bir yıldız görürseniz benim için de dilek tutun. Çocukluğumda yapmayı en çok sevdiğim şeylerden biriydi.

 

Hayat palamütbükünde o kadar sakin ki Mavi Beyaz Oteldeki düğün sayesinde baya bir hareket kattık sanırım adaya. Kumsaldaki o harika  çardak bu günü daha anlamlı ve romantik kılmak için oldukca yeterliydi. Yemek kısmı otelde ve dans yine kumların üzerindeydi. Sabahın erken saatlerine kadar kumların üzerinde dansın ve düğünün baya bir keyfini çıkardık.

Insan bu tarz yerlere geldiğinde sadece şunu anlıyor. İstanbul ve benzeri büyük şehirler de hep bir koşuşturma ve birşeylere yetişme çabası, burada ise oldukça durağan. Zaman olması gerektiği gibi akıyor. Trafikde, anlamsız kavgalar ve dalaverelerle vakit harcamıyorsunuz. Sadece huzur, sakinlik ve dinginlik. Yolu ne kadar uzun gelse de arada bir sarj etmek icin buralara kaçmakta fayda var. Unutmadan meşhur Datça bademinden  almadan dönmeyin.

İyki evlendiniz can dostlar, bize de bahane oldu. Onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine...

Alaaddin'in Sihirli Lambası

Can yeleği koltuğunuzun altındadır. Uçuşa hazır mısınız?

Kapatın gözlerinizi ve sadece gitmek istediğiniz bir şehir hayal edin. Farz edinki Alaaddin'in sihirli cin'i bugün sizin için iş başında ve sizi istediğiniz yere uçurmaya hazır. Haydi ne duruyorsunuz, biran önce bir yer söyleyin. 

Tamam tamam derin bir nefes alın, cin falan yok! hayalinizdeki şehre öyle pat diye ışınlanmayacaksınız da. Ne zor değil mi, hayatın akışına öyle bir kaptırmışızki kendimizi biranda ani bir soru gelince o hep hayalini kurduğumuz, gitmek istediğimiz şehirlerden birinin bile adını ilk dakika da söyleyemiyoruz. Ne istediğimizi de pek bilmez olduk gerçi. 

Nedir kafamızı bu kadar yoran, bir telaş hali içinde bir yerlere yetişme çabamız niye? Günlük hayata kendimizi o kadar kaptırıyoruz ki, bizim hayaller falan yalan oluyor. Gün içinde hatta gece yatarken bile bir sonraki günün ya da geleceğin planını yapmaktan, herşeyi sorun olarak görüp daha da içinden çıkılmaz hale getirmekten, tüm o masalsı dünyadan kopuyoruz. 

Önerim mi ne, hiç değilse bazen şöyle bir sakince oturup 10 dk güzel ve pozitif şeyler düşünmeye çalışmak. Her gün olmasa da bırakalım Alaaddin'in sihirli cini bize ara sıra uğrasın. 

1 Kasım 2013 Cuma

Öğle arası Tatar Salim Döner'e



Tatar Salim Ataşehir'de şimdiye kadar gördüğüm en modern atıştırmalık döner mekanı. Öğle arası en yoğun olduğu saatler. Döner kaldığı sürece akşam 10'a kadar açık. Mekanda hem açık hem de kapalı oturma alanı mevcut.

Menüde 40 çeşit yemek yok. Bildikleri işi yapıyorlar, iyi bir döner ustaları var, döneri sofranıza en şık ve modern şekilde servis ediyorlar.  Yanında kaseler içinde gelen soğansız çoban salata, turşu ve patates tava zaten onları diğer dönercilerden ayırıyor.

Her gittiğimde farklı birşey yemeğe çalışıyorum. Şimdiye kadar dürüm döner ve porsiyon döneri denedim.

Son sefer tam çıkarken dolapta sütlaç gördüm, aklım kalmadı değil. Denemeye değer görünüyordu.

Adres: Telefon: Faks: E-Mail: Atilla İlhan Cd. Efe Sk. No:2/1 Küçükbakkalköy / Ataşehir; 


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...