Etiketler

21 Ekim 2013 Pazartesi

Ayvalık Cunda Hattında

Ayvalık

Istanbul’dan araba ile 5,5 saatte gidebileceğiniz Kuzey Ege’nin en büyük tatil beldesi. Bora jet’in uçak seferleri ve aynı zamanda birçok otobüs firmasının da seferi mevcut  Ayvalık’a. Hatta Aralık ayından sonra Pegasus’da uçmaya başlıyormuş Edremit’e. Edremit havalimanı Ayvalık arası araba ile 25 dk. Araba ya da otobüs yolculuğunu tercih edenler için otoban oldukça rahat ve keyifli. Yol boyu gördüğüm en enteresan şey ise Burhaniye Gömeç arası dağda yatan Atatürk silüeti. Gerçekten uzanmış yatıyor gibi. Aklımdan ilk geçen ise canlanıp şöyle bir nedir bu memleketin hali demesi oldu.

1923’de yapılan mübadele sonucu  Girit, Midilli ve Rumeli’den gelen Türkler Ayvalık’a yerleşmiş. Eski Rum havası hala korunmaya çalışılıyor, yeni yapılar düzeni ve göz zevkini biraz bozsada korumaya çalışanların ellerini sıkmak lazım. Merkezden Çamlık’a kadar sahil boyu yapacağınız yürüyüşlerde hem sahil şeridinin tadını çıkarabilir hem de o yıllardan kalan ya da restore edilen Rum evlerini görebilirsiniz. Ara sokaklara dalarsanız daha da çok tarih var. Görülecek  yerler arasında Taksiyarhis ve Triada kiliseleri, Saatli Camii, Hayrettin Paşa ve Çınarlı Camii sayılabilir.
 

Güneş öyle güzel batıyor ki, kızılın en romantik halini şöyle bir tepeden izlemek isterseniz Şeytan Sofrasına çıkmanızı öneririm. Orada bulunan çay bahçelerinde çayınızı yudumlarken bir tarafınızda Ayvalık, bir tarafınızda Edremit körfezi ve tam karşınızda Midilli ada manzarası iyi bir göz banyosu yaşatacak sizlere. Bende her daim olduğu gibi, Ayvalık’ın tadı damağınızda kalacak.

Gelmişken Ayvalık tostunun da tadına bakın. Sahilde güneşlenirken doyurucu bir öğlen menüsü olabilir. Yanlız hatırlatayım gerçek Ayvalık tostu sadece kaşar ve domatesten oluşurmuş. Sırrı  ise ekmek  ve peynirinde. Bugün birçok yerde bu tostun içine şarküterilerde bulabileceginiz herşey konulmakta ve Ayvalık tostu olarak sunulmaktadır. Özellikle belirtirseniz eski usül hazırlayan yerler mevcut.

Lor tatlısı yemeden sakın bir yere ayrılmayın. Ben özellikle taze lordan yapılana bayıldım, üstüne vişne sos ve bol ceviz. Hem hafif hem de oldukça lezziz. İyki biraz daha uzun kalmadım, her akşam olsa her akşam yerim o derece yaniJ. Bu arada bu gidişimde bir de  Gülen pastanesine uğradım. Şimdiye kadar yediğim en güzel tahinli kurabiye ve bademli kurabiyeyi de burada yedim diyebilirim. Sakızlı olan hala fırındaydı onun tadına bakamadım ama sakızlı dondurması ağzınıza layık. 

Alışveriş:
Öyle alışveriş merkezi falan hayal etmeyin. Büyük şehirlerde bulunan birkaç markanın dışında asıl keyifli ve farklı olan antikacılar çarşısı. Ayvalıktan almadan dönmeyeceğiniz şey Edremit yöresine ait zeytinyağları. Ayvalık merkez de bulunan Ayvada zeytinyağ mağazası size birçok farklı seçenek sunuyor. Zeytinyaprağı çayı, Kantoron, Bademli Zeytin, Ayvalık Kırma Zeytin, Zeytin Reçeli, farklı asid derecelerine sahip zeytinyağları ve tabiki Ekim ayında üretimine başlanan ve ilk toplanan zeytinlerden hazırlanan Erken Hasat. Ekmeği banıp banıp tadına doyamayacağınıza eminim.

Konaklama: 
Berk Otel, Çam Otel, Beya Yalı. Tarihi bir yapıda kalmak isterseniz de Macaron Konağı.

Yeme - içme: 
Şehir Klubü (denizin üzerinde çok sıcak bir mekan. Ayvalık'lılarında sıklıkla uğradığı bir restaurant. Öğlenleri ev yemeği arayanlar için ideal bir mekan)
Yelken: Çamlık'ta yer alan bu restaurant'da bugüne kadar ne yediysem herşey oldukça lezzizdi. Özzellikle et yemeklerinde çok iyiler. En son gittiğmde denediğim şnitzel'in hem posiyonu büyüktü hem de oldukça lezzizdi. Gündüzleri kafe gibi de hizmet veriyor. Ayvalık'da yaşıyor iseniz yürüyüş sonrası iyi bir kahve molası mekanıda olabilir. Güneş batımını biliyorsunuz zaten, Çamlık civarında pek bir güzel)

Bu gidişimde kısmet olmadı ama eğer siz fırsatını bulursanız Kozak Yaylasına da çıkın.

Cunda (Alibey) Adası:

Tarihi dokunun en çok korunduğu yer Cunda adası. Ayvalık  Cunda arası bir mendirek ile karaya bağlanmış. Girit, Midilli adalarında bulunan mezeler Türk kültürü ile de birleşince ortaya harika lezzetler çıkmış. Cunda’ya gidince ne yapılır diye düşünmenize hiç gerek yok. Her akşam sahil şeridi boyunca uzanan farklı bir resturantı deneyebilirsiniz.
İçlerinde en meşhur olanı Bay Nihat. Fiyatlar diğer restaurantlara nazaran biraz daha pahalı ama Rum mezelerinin hakkını veriyorlar. Daha uygun fiyatlı olrak Meze Dünyası  ve Deniz Restaurant’ı da tavsiye edebilirim. Yemeniz gereken mezeler ve ara sıcaklar arasında Girit mezesi, lorlu sıcak patlıcan, beğendili kalamar ya da ahtapot, sıcak ot, damla sakızlı ahtapot, kaşar dolgulu vongole, sütlü balık, kabak çiçeği dolması, karidesli ufak sigara böreği, yoğurt yatağında balık yer alabilir. Salata yerine karışık ot tabağı isteyip Ayvalık’ın tadına doyulmaz zeytinyağı ile salatanızı şenlendirebilirsiniz.  Tüm bu tatlardan yer kalır ise Ayvalık’a özgü Papalina balığının tavası güzel oluyor, en azından her zaman yediğimiz balıklardan değil. Onun dışında kabuklu sevenler için de seçenek çok; çiğ midyeler,  ıstakoz, seçim size ve bütçenize kalmış. Rakı, balık ve meze üçlüsünden sıkılırsanız Uno’da klasik kafe yemeklerini bulabilirsiniz. Ayna’nın da değişik mezeleri ve dekorasyonu ilginizi çekebilir. Şirin mi şirin dekore edilmiş Hayat Bahçesinde de ev yapımı  şarapların tadına bakın.
Atom
Yoğurtlu Balık
Tempra-Sebzeli Kalamar
Taze Lor tatlısı
Lokma
Girit ezmesi
Ayvalık’da konaklayıp Cunda’ya arabasız gitmek isterseniz otobüs, taksi, dolmuş ya da Ayvalık limanından düzenlenen bot seferleri ile adaya ulaşmanız mümkün. Alkol alıyorsanız yol boyu çevirme var, bütün toplu taşıma araçlarını yazmamın sebebi de bu aslındaJ
Cunda’ da ise Karadeniz pastanesini tavsiye ederim.  Sabah tatlı tatlı esen  rüzgar eşliğindekahvaltı ederken yanına fırından taze çıkmış mis kokulu kurabiyeler yakışmaz mı. Ayvalık Cunda hattında battı balık yan gidiyor genelde. O pastane senin bu balıkçı benim derken Rakı, Balık, Ayvalık söyleminin tam hakkını vermiş oluyorsunuz. Ohh canınız sağolsun. O kadar yemeğin üstüne şöyle sakızlı bir kahve iyi gider diyenler için de Taş Kahve doğru adres. Alışveriş için tezgahlardan incik, boncuk, magnet ve diğer hediyeliklerden satın alabilirsiniz.  
Dar sokaklar arasında keyifle yürüyeceğiniz ve kafanızı nereye çevirseniz göreceğiniz Rum evleri dışında Cunda’nın girişinde tepede yer alan Rahmi Koç Kütüphanesi de görülmeye değer. Müze Pazartesi hariç her gün ziyarate açık ve giriş ücretsiz.

Cunda’da gece hayatı adına çok birşey olduğu söylenemez. Ada da bir Rum taverması ve birkaç da canlı müzik yapan bar var. Baş döndüren  yemeklerden ve manzarayı izlemekten o kadar keyif alacaksınız ki birde üzerine gece çıkıp hoplayıp zıplamak aklınıza bile gelmeyecek. Olurda gelirse diye ben yine de yazayım dedim.

Cunda Alaçatı’ya her geçen gün daha da benzemeye başladı diye şikayet edenler olsa da buranın kendine has bir dokusu var. Kolay kolay da bozulacağa benzemiyor.

Konaklama: Taş Konak, Sobe ve Ortunç (farklı birçok seçenek var, bunlar benim bildiklerim)

Plajlar: Ortunç, Sobe'nin Pateriça'daki plajı.
Cunda limanından tekne kiralayarak koyları gezmek de çok keyifli bir seçenek olabilir.

Sarımsaklı:

Upuzun bir sahil şeridi ve pırıl pırıl bir deniz. Hatırlatmak gerekir ki yaz ve sonbaharda da deniz oldukça serin. Ayvalık’ın meşhur rüzgarından sahilde otururken de nasibinizi alabilirisiniz. Sahil boyu kalınacak birçok otel var. Bunların başında en bilineni Temizel  ve Aytaş otel. Turistik olarak mevsim kısa olmasına rağmen Sarımsaklı’ya daha çok yatırım yapılabilir. Tam 7 km’lık harika bir sahil şeridi.

Küçükköy:

Sarımsaklı yolu üzerinde ufak ve sempatik bir köy.  Rum ezgileri, taş evleri, sokak aralarında koşturan pembe yanaklı köy çocukları ile oldukça sempatik.

Derlermiş ki Ayvalık’ın kedisi, delisi ve Ali’si meşhur. Delisini bilmem ama kedisine ve Ali’sine bolca rastladım. Hala gitmemiş olanlar var ise atlayın arabaya tam yol Ayvalık’a. 

10 Ekim 2013 Perşembe

Sadeleşmek

Zihnen ve bedenen iyi bir hayat sürmek istiyorsanız SADELEŞMENİZ gerekir.

Şimdi bu da nereden çıktı, ne sadeleşmesi dediğinizi duyuyorum.  Hani ben Tayland’a gittim ya Ağustos ayında inanın bana çok etkilendim, aslında daha önce de gitmiştim ama kafa olarak daha buralara gelmiş, o kadar olgunlaşmış değildim sanırım. Adamlar şahane yaşıyor, hiçbir şeyden ikişer üçer yok bizde olduğu gibi, fazla var ise de başkaları ile paylaşıyorlar. Budizm ülkenin neredeyse %95’ine hakim olduğu için, içlerinden kötü düşünmeyi atmayı başarmışlar. Zengin ya da fakir de olsalar her şekilde nasıl huzurlu yaşanırın sırrını da çözmüşler. O enerji size öyle bir yansıyor ki, insanın bırakıp dönesi gelmiyor.  Buradan çıkaracağınız sonuç, haydi gelin hepimiz budist olalım ya da koşa koşa Tayland’a gidelim değil tabii ama biz de kendimizi fazlalıklardan arındırarak sadeleşme yoluna gidebiliriz olmalı.

Hayatınızı gözlemleyin, içine ve dışına iyice bakın. Eminim hepimizin tıka basa dolu bir hayatı var. Yaşımız kaç olursa olsun yüklendiğimiz sorumluluklar, başımızdan geçen tecrübeler, ailelerimiz tarafından kodlanışlarımız.

Sadeleşmek her konuda olabilir. Duygularımızda, arzularımızla, emellerimizde, hırslamızda, tutkularımızda, dileklerimizde, fantazilerimizde, anılarımızda, varsa nefretlerimizde,  kısacası sahip olduğumuz herşeyde. Bir düşünün bakalım size bu ara ne fazla geliyor, ya da neleri bir gün lazım olur diye çantanızda, çekmecenizde ya da dolaplarınızın arka köşelerinde saklıyorsunuz.
Atın, verin, başkaları ile paylaşın, sevindirin ama ne yapıp edip kurtulun tüm fazlalıklardan. Bu fazlalıklara tüm negatif düşünceleriniz de dahil. Hazır yeni bir sene geliyor, kendimizi bir tık daha geliştirmenin tam sırası. 2014 hedeflerinizden biri de sadeleşmek olsun.

Hayatımızı bizler zorlaştırıyoruz, hiç öyle sağınıza solunuza bakarak suçlu aramayın, aynaya bakmamız yeterli. Örneğin elimizdeki telefon babalar gibi çalışırken bir üst modeli piyasaya çıktı diye kendimizi yırtıyoruz. Hep daha iyisi, daha yenisi bende var derdinde büyük çoğunluk. İnanın bana gerek yok, biraz olgunlaşmak ve doygunlaşmak gerekiyor hayata karşı. İlgi alanınız sadece teknoloji ise ona sözüm yok ama hem ayakkabıyı, hem çantayı, hem telefonu, hem arabayı diye düşünürken aslında fakında olmadan kendimizi motive ettiğimizi düşünsekde bol bol negatif enerji yükleniyoruz. Çoğumuzun çantasında en az 3 kredi kartı var örneğin, 1 tane yeterli olabilir, başta zorlansak bile alışabiliriz bence sadeleşmeye.

Somut şeylerden kurtulmak, onları sadeleştirmek en kolayı, işin zorlayıcı tarafı soyut yönlerin dibine dalmak. Bu iş biraz kuyu kazmak gibi, önce kendinizle baya bir başbaşa kalmanız ve gerçekten sizi huzursuz eden, yıllardır zihninizi mesken tutmuş olumsuz enerjileri şöyle bir kökten sallamanız gerekli. Sınırlı enerjimizi  olumsuzluklara harcamak yerine yeniliklere, yaratıcılığa, güzelliklere, doğruluğa ve herşeyden önemlisi iyi bir insan olmaya harcamalıyız.

Biraz yalın yaşayalım hiç değilse deneyelim. Süreli değil sürekli mutluluk için hayatımıza fazla gelen herşeyi yavaş yavaş çıkaralım ve SADELEŞELİM... Yaşantımız ne kadar sade olursa, gerçek iç huzur ve mutluluğu yakalama sanşımız da bir o kadar yüksek olacaktır.

4 Ekim 2013 Cuma

Alıp Başını Gitmek mi?


Nedense bu ara hep bir gitmek var içimde. O çok bayıldığım, vazgeçmeyi bir saniye bile aklımdan geçirmediğim şahane İstanbul bana dar gelir oldu. Bir kayboluş içindeyim sanki koca şehirde. Boğaziçi köprüsünden her geçişte tadına doyulmaz manzaranın beni kucakladığını bilsemde tarif edemediğim bir huzursuzluk söz konusu. 

Havası, suyu, trafiği, yolu değil beni bezdiren. Nefesimi  duraksatan bir kara bulut var sanki şehrin üstünde ve bir türlü gitmek bilmiyor.  Belki son yaşanan olaylar, gezi, hükümete güvensizlik, herkesin birbiri ardından iş çeviyor olması, sahtelik, iki yüzlülük, herşey fevkaladeymiş gibi insanların birbirine samimiyetsiz gülüşleri ve toplum baskısı altında sıkışıp bahaneler uydurması. Gazete okuyamaz, televizyonda haberleri izleyemez hale geldik ne yazık ki. Kim doğru, kim yanlış birbirine karıştı. İnsanlar korkularından söz söyleyemez hale geldi.  Rüya görmüş olmayı çok dilesem de tüm bu yaşananların hiçbirisi rüya değil.

Çok uzaklara gitmeden 1 sene önce sorsalar, ben metropol insanıyım asla kıpırdamam, aradığım herşey elimin altında derdim şimdi ise yarın çocuklarımıza nasıl bir gelecek bırakacağız onun bile cevabını veremiyorum. Bırakın geleceği bir ay sonra ne olacağımız meçhul.  Ha ne şimdi, bu metropolden kaçınca dert bitecek mi hayır ama bazen insan çözüm bulamadığı zaman kaçar ya, hatta imkan olsa biryerlere sığınıp birkaç sene çıkmaz ya işte bu da tam öyle birşey.

Tek istediğim bi gün uyandığımda ohhh bugün gerçekten hak ettiğimiz bir ülkede yaşıyoruz diyebilmek. Daha özgür bir memleket, gerçekten demoktarikleşmiş bir süreç ve en önemlisi yaşadığı toplumda mutlu olan bireyler. 

Biraz geçmişe şöyle anne babalarımız zamanına dönüp bakarsak belki yine içi fesat, kötülükle dolu insanlar vardı ama çoğunluk değillerdi, şimdi ise çığ gibi büyüyorlar.  İyi ve dürüst insanlar ne yazık ki avuç içi kadar kaldılar koca memlette. Bir uyanış olur gibiydi ama herkes yaşananlar sonucu yine sindi ve kabuğuna çekildi.

Artık ayağımı çimene ya da toprağa basarak negatif enerjimi atamıyorum  ve anlamsız yere tek çare Istanbul’dan kaçmakmış gibi her geçen gün şehrimden ve ülkemden soğuyorum.  İsyanım var, biri sesimizi duysun!...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...